Yağmur,gök gürültüsü ve yağmurla birlikte etrafı saran huzur
verici bir koku...
İlerledikçe karanlığa gömülen abbaranın kırık
merdivenlerinin orta kısmına yapılmış çıkılması oldukça güç bir rampadan yukarı
doğru çıkıyordu yaşlı teyze.Merdivenin sağ tarafındaki tahta kapı zannımca
kullanılmayan bir eve açılıyordu. Eskimiş ve bakımsız olup epeyce gerilere
dayanan bir yaşanmışlık hissi veriyordu üzerindeki döküntüler. Tam yıllar
öncesi bir tarihe gitmişken arkamda kalan yoldan geçen arabalar ve ötüşen
kuşların sesiyle kendime geldim.Abbarada ilerledikçe hem karanlık artıyor hem
de abbaranın o insanları içeri davet eden geniş ve yüksek girişi şimdi nerdeyse
yaşlı teyzenin boyuna iniyordu.Sol tarafta dışarıdan geçen insanların ne
gördüğü pek önemsenmeyerek etrafı sarı, baloncuk baloncuk köpükle çerçevelenmiş,tel ile örülmüş bir
pencere ve hemen yanında kapı tokmağı
dikkat çeken yeni olduğu bariz belli olan ahşap kapıyı geçtikten sonra gelen paslanmış metal kapıda yaşlı teyzeyle tekrar karşılaştık.Teyze
elindeki poşetlerle kapıyı ısrarla çalmasına rağmen açan olmayınca sinirlenmiş
görünüyordu. Karşı tarafta hemen
hemen bir çöplüğe dönmüş yerden
kötü kokular yükseliyordu. Sağa sapıp epey zorlayan merdivenlerden çıkarken sol
taraftaki binadan sarkıtılmış birkaç
halı ve battaniye yağan yağmurla sırılsıklam olmuşlardı. Tekrar sağdan
ilerleyince tam karşıda kupkuru birkaç
asma ağacı duruyordu duvar boyunca yukarı uzamış olan. Bu
asmaların alt tarafında kullanılmayan beton borulardan saksılar yapılmış
ve gövdeleri demir ızgarayla sarılmıştı. Yağan yağmur insanları korkutmuş
olacak ki sokaklardan hiç kimse geçmiyordu. İlerleyip
genişçe bir sokağa çıktım. Rahatça
mezopotamyayı görebildiğim kısa bir
duvar örülmüş sokak boyunca . İlerleyip
çaprazında duran diğer binalara oranla daha bakımlı olan bir binanın önünde
durdum. İlk kattaki pencerelerin siyah demir parmaklıkları vardı ve üst kattaki
pencerelerde de kenarlarına motifler işlenmişti. Kapının önünde duran kırmızı
etekli , siyah kazaklı ve başında da eteğiyle uyumlu olsun diye giymiş olduğu beyaz üstüne kırmızı çiçek
desenleri olan bir yazmayı boynundan
geçirip kulaklarının iki kenarına bırakmış bir kadın sokağı bir süre
izledikten sonra içeri girdi.
Yapının bu ilgi çeken bakımına
karşın ikinci katından dışarıya uzanan soba borusu tüm bu güzelliği bozuyordu. Sokakta
ilerledikçe göz hizamda içlerini
görebildiğim sağ ve solda iki oda vardı. Sağ tarafta bir evin mutfağına
oldukça yukarıdan açılmış bir pencere iken sol taraftaki ise boş, içinde tahta
parçaları olan ürperti veren bir
harabeydi. Onların aksine şimdi de iç açıcı çiçek desenli bir evin dış kapısına
geldim. Mardin'in kuraklığı dolayısıyla görünce mutluluk veren birkaç fidan ve
çiçek duruyordu .saksı olarak da
kahverengi , beyaz iki demir bidon ve
yağ, salça tenekesi kullanılmıştı. Merdivenin
yanında düşmeyi engelleyen bir kaç sıra örülmüş mini bir duvar insanlara
oturma, oyun oynama imkanı veriyordu. Sol kolumun üzerinde yukarı giden bir
merdiven ve tam karşımda iki katlı pencereleri kırık harabe kullanılmayan bir
ev. İkinci katın penceresinde duran kahverengi beyaz bir kedi diğer binanın
damına atlamak için bir kaç hamlede bulunsa da aradaki mesafeden korkup
pencereden geri içeri atladı. Aşağı doğru inmeye başladığım kırılmış
merdivenlerden nerdeyse düşüyordum ve zorlukla geçtiğim bu merdivenden
sonra caddeye indim.Şimdi de geniş ve
sokaklardakine oranla bakımlı merdivenlerden otele girdim. Sağdaki
güvenlikçinin oturduğu cam bölmeli odada
konstrüksiyon jürisinden çıkmış bir mimarlık öğrencisinin hemen ilgisini çeken
cam cepheyi tutan spiderler oluyor
haliyle. Avlunun ortasından yukarı çıkan merdivene doğru yürüdüm. İlerde
tavanda gördüğüm metal avizeler Mardin
taşlarına yakışan bronz sarısı renkteydiler. kimisi biraz aşağıda kimisi
yukarıda duruyordu. Merdivenin iki
yanında insanları karşılayan iki küçük çam ağacını selamlayıp ilerledikten
sonra iki tarafa açılan merdiven kollarında şimdi karar verme zamanı. Sağ mı?
Sol mu? Sağ selamettir deyip sağdaki koldan ilerlesem de yukarı çıktığımda sol
tarafın hatırı kalmasın diye oradan devam ettim ve işte Mezopotamya tam karşıda
. Gökyüzünü sarmış kara bulutlar, göğün
ovayla birleştiği yerde aydınlanıp
bembeyaz bir hal almıştı. Yeşillenmiş Mezopotamya toprakları, bulutlar, gökyüzü
ve gökyüzünde tek başına bir hakimiyet
kurmuş cami minaresi... Minarenin indiği yerin iki tarafını saran çay bahçeleri
...Mavi, kahverengi, yeşil sandalyeler, havanın serinliğine inat ceketini
omuzlarına atmış oturan iki genç ve gelip geçen arabalar... Arkamı dönüp
yürümeye başladım ki bir manzara daha işte: Mardin'in bir gerdan gibi uzanan
tarihi kalesi. Yağmur ve kapalı havadan
olsa gerek her zamankinden daha bir kahverengi duruyor. Yamaçlarına indikçe görülen baharı haber
veren yeşiller huzur vericiydi. Bu güzel
manzaraya hayranlıkla bakarken gözüm biraz aşağı kayınca gördüğüm koca tabela tüm bu
güzel atmosferi yerle bir etmişti:
'Mardin Artuklu Üniversitesi Sosyal Tesisi ve Uygulama Oteli'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder