20 Nisan 2016 Çarşamba

Yağmurlu bir günden kısa bir kesit

Yağmur,gök gürültüsü ve yağmurla birlikte etrafı saran huzur verici bir koku...

İlerledikçe karanlığa gömülen abbaranın kırık merdivenlerinin orta kısmına yapılmış çıkılması oldukça güç bir rampadan yukarı doğru çıkıyordu yaşlı teyze.Merdivenin sağ tarafındaki tahta kapı zannımca kullanılmayan bir eve açılıyordu. Eskimiş ve bakımsız olup epeyce gerilere dayanan bir yaşanmışlık hissi veriyordu üzerindeki döküntüler. Tam yıllar öncesi bir tarihe gitmişken arkamda kalan yoldan geçen arabalar ve ötüşen kuşların sesiyle kendime geldim.Abbarada ilerledikçe hem karanlık artıyor hem de abbaranın o insanları içeri davet eden geniş ve yüksek girişi şimdi nerdeyse yaşlı teyzenin boyuna iniyordu.Sol tarafta dışarıdan geçen insanların ne gördüğü pek önemsenmeyerek etrafı sarı, baloncuk baloncuk  köpükle çerçevelenmiş,tel ile örülmüş bir pencere ve hemen yanında  kapı tokmağı dikkat çeken yeni olduğu bariz belli olan ahşap  kapıyı geçtikten sonra gelen  paslanmış metal kapıda  yaşlı teyzeyle tekrar karşılaştık.Teyze elindeki poşetlerle kapıyı ısrarla çalmasına rağmen açan olmayınca sinirlenmiş görünüyordu. Karşı tarafta hemen  hemen  bir çöplüğe dönmüş yerden kötü kokular yükseliyordu. Sağa sapıp epey zorlayan merdivenlerden çıkarken sol taraftaki binadan sarkıtılmış birkaç  halı ve battaniye yağan yağmurla sırılsıklam olmuşlardı. Tekrar sağdan ilerleyince tam karşıda kupkuru  birkaç asma ağacı duruyordu duvar boyunca yukarı uzamış olan.  Bu  asmaların alt tarafında kullanılmayan beton borulardan saksılar yapılmış ve gövdeleri demir ızgarayla sarılmıştı. Yağan yağmur insanları korkutmuş olacak ki sokaklardan hiç kimse geçmiyordu.          İlerleyip genişçe  bir sokağa çıktım. Rahatça mezopotamyayı  görebildiğim kısa bir duvar  örülmüş sokak boyunca . İlerleyip çaprazında duran diğer binalara oranla daha bakımlı olan bir binanın önünde durdum. İlk kattaki pencerelerin siyah demir parmaklıkları vardı ve üst kattaki pencerelerde de kenarlarına motifler işlenmişti. Kapının önünde duran kırmızı etekli , siyah kazaklı ve başında da eteğiyle uyumlu olsun diye  giymiş olduğu beyaz üstüne kırmızı çiçek desenleri  olan bir yazmayı boynundan geçirip kulaklarının iki kenarına bırakmış bir kadın sokağı bir süre izledikten  sonra  içeri girdi.  Yapının bu ilgi çeken  bakımına karşın ikinci katından dışarıya uzanan soba borusu  tüm bu güzelliği bozuyordu. Sokakta ilerledikçe göz hizamda içlerini  görebildiğim sağ ve solda iki oda vardı. Sağ tarafta bir evin mutfağına oldukça yukarıdan açılmış bir pencere iken sol taraftaki ise boş, içinde tahta parçaları olan ürperti veren  bir harabeydi. Onların aksine şimdi de iç açıcı çiçek desenli bir evin dış kapısına geldim. Mardin'in kuraklığı dolayısıyla görünce mutluluk veren birkaç fidan ve çiçek duruyordu .saksı olarak  da kahverengi , beyaz  iki demir bidon ve yağ, salça tenekesi kullanılmıştı. Merdivenin  yanında düşmeyi engelleyen bir kaç sıra örülmüş mini bir duvar insanlara oturma, oyun oynama imkanı veriyordu. Sol kolumun üzerinde yukarı giden bir merdiven ve tam karşımda iki katlı pencereleri kırık harabe kullanılmayan bir ev. İkinci katın penceresinde duran kahverengi beyaz bir kedi diğer binanın damına atlamak için bir kaç hamlede bulunsa da aradaki mesafeden korkup pencereden geri içeri atladı. Aşağı doğru inmeye başladığım kırılmış merdivenlerden nerdeyse düşüyordum ve zorlukla geçtiğim bu merdivenden sonra  caddeye indim.Şimdi de geniş ve sokaklardakine oranla bakımlı merdivenlerden otele girdim. Sağdaki güvenlikçinin oturduğu cam  bölmeli odada konstrüksiyon jürisinden çıkmış bir mimarlık öğrencisinin hemen ilgisini çeken cam cepheyi tutan spiderler  oluyor haliyle. Avlunun ortasından yukarı çıkan merdivene doğru yürüdüm. İlerde tavanda gördüğüm  metal avizeler Mardin taşlarına yakışan bronz sarısı renkteydiler. kimisi biraz aşağıda kimisi yukarıda  duruyordu. Merdivenin iki yanında insanları karşılayan iki küçük çam ağacını selamlayıp ilerledikten sonra iki tarafa açılan merdiven kollarında şimdi karar verme zamanı. Sağ mı? Sol mu? Sağ selamettir deyip sağdaki koldan ilerlesem de yukarı çıktığımda sol tarafın hatırı kalmasın diye oradan devam ettim ve işte Mezopotamya tam karşıda . Gökyüzünü sarmış kara bulutlar,  göğün ovayla  birleştiği yerde aydınlanıp bembeyaz bir hal almıştı. Yeşillenmiş Mezopotamya toprakları, bulutlar, gökyüzü ve  gökyüzünde tek başına bir hakimiyet kurmuş cami minaresi... Minarenin indiği yerin iki tarafını saran çay bahçeleri ...Mavi, kahverengi, yeşil sandalyeler, havanın serinliğine inat ceketini omuzlarına atmış oturan iki genç ve gelip geçen arabalar... Arkamı dönüp yürümeye başladım ki bir manzara daha işte: Mardin'in bir gerdan gibi uzanan tarihi kalesi. Yağmur  ve kapalı havadan olsa gerek her zamankinden daha bir kahverengi duruyor.  Yamaçlarına indikçe görülen baharı haber veren yeşiller huzur  vericiydi. Bu güzel manzaraya hayranlıkla bakarken gözüm biraz aşağı kayınca gördüğüm koca tabela tüm bu güzel atmosferi yerle  bir etmişti: 'Mardin Artuklu Üniversitesi Sosyal Tesisi ve Uygulama Oteli'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder