19 Nisan 2016 Salı
Keşfedecek Çok Şey Var
Bahar olmalı,
bahara doğan güneşi hissetmeli insan iliklerine kadar. Gözlerini kapattığında
bahar güneşinin ışığı değmeli göz kapağına ve onun ışığıyla aydınlanmalı
karanlığın. Ama bugün yağmurlu bir nisan günü. Pek de sevmem yağmurlu havada
yürümeyi ama koyulduk yola işte. Başladık ana caddeden yürümeye. Bol
merdivenli, dar ara sokaklardan iniyoruz ovaya doğru. Sokakların birinden sola
dönücez birkaç basamak inip üzerinde bir ev bulunan o garip abbaranın altından
geçicez. Daha merdivenlerden inmeden bir atın kişnemesiyle döndük sağımıza.
Sağdaki dükkanların birinde iki adam kahverengi bir atın arkasında durmuş
nalını çakıyorlar sanırım. Arka ayağını kaldırıyorlar atın kendi kuyruğunu
ayağına dolayıp nalı çakıyorlar. İlk kez karşılaştığım bu sahneyi uzaktan
görüntüleyeyim derken daha bir kare bile alamadan nalı çakan amcanın sert
çıkışıyla karşılaşıyoruz. İzin vermiyor fotoğraflamamıza maalesef. Tedirgin
oluyoruz bizde. Merak etmiştik hem de ne olurdu ki izleseydik. Daha tam tanık
olmadan gitmek zorunda kalıyoruz. İniyoruz solumuzda kalan merdivenden,
abbaranın altından geçiyoruz. Yürüyoruz ansızın. At nalını çakan amcadan sonra
çakan şimşeğin sesi, gök gürültüsü de ürperti veriyor içimize. Bir anne ve iki
çocuğu geçiyor yanımızdan. Anne tutmuş ellerinden çocukların koştura koştura
çıkarıyor merdivenlerden yağmur bastırmadan yetişme endişesiyle. Yürümeye devam
ederken yağmurdan dolayı soluklaşmış sarı taş duvarları aşıp adeta özgürlüğüne
kavuşan ağaçlar, otlar ilgimizi çekiyor. Sağımızda bu taş duvarlardan birinin
bize sunduğu incir ağacı, solumuzda incir ağacının tam karşısında birkaç basamakla
çıkılan evin kapısı. Evin yanından sola dönücez. Kocaman bir köpekle
karşılaşıyoruz. İşte yeni bir tedirginlik daha. Bulunduğumuz yere doğru
geliyor. Koşarak çıkıyor sokak boyu uzanan merdivenlerden. İkimizde duvara
yanaşıyoruz iyice. Köpeğe tüm sokak senin olsun dercesine. Usulca geçip gidiyor
yanımızdan neyse ki. Aşağıya iniyoruz köpeğin geldiği yöne doğru. İki yanımız
evlerle kaplı sokak boyunca. Kimisinin ilk katı taş, üst katı betonla yapılmış.
Kimisinin hepsi taş. Sokağın sonunda sağa ve sola ayrılıyor yol. Sağa dönüyoruz
solda kalan yarım abbara çekiyor ilgimizi. Üzeri teneke parçalarıyla kapalı. Yağmur
bastırıyor tam o sırada. Endişeyle yaklaştığımız karanlık abbaralara
sığınıyoruz bu defa. Biraz hafiflemesini beklerken çevremizi izliyoruz
abbaranın altından. Hemen abbaranın çıkışında kalan bir evin saçağına düşüp
etrafa saçılan yağmur tanelerini takip ediyoruz. Yağmur pek azalacağa
benzemeyince devam ediyoruz yolumuza. Merdivenleri inip sola döndüğümüzde yeni
bir incir ağacıyla daha karşılaşıyoruz. Bizim olduğumuz kottan sadece tepesini
görebiliyoruz ağacın. Belli ki kökleri bir alt kota dayanıyor. Dönüp incir
ağacına doğru iniyoruz. Demin üzerinde olduğumuz yolun solundan sokağa doğru
fışkırmış adeta bu incir ağacı. İneceğimiz merdivenin üzerini kapatıyor dalları
ve yapraklarıyla. Kafamızı kaldırıp bu harika yaratılmışlığı izliyoruz bir
süre. Gökyüzü de kadrajımızda. Harika bir yeşil ve sonsuz bir mavi. Onu izlemeye
dalmışken ani hareketlerinden dolayı hep korktuğum kedi koşar adımlarla geçiyor
yanımdan. İrkiliyorum birden yukarıda kalan güzelim incir ağacını unutuyorum. Soldan
devam ediyoruz. Sağımızda kocaman ahşap bir çift kapı. Zincirle bağlanmış
birbirine. Karanlık bir yere açılıyor belli ki. Küçük bir aralıktan bakıyoruz
içeriyi görmeye çalışıyoruz. Karşı tarafta o karanlık koridora hafif bir ışık
veren küçük bir pencere. Bu kilitli kapının ardındakiler meraklandırıyor bizi. Zincirle
bağlanmış iki kapının arasından sıkışarak da olsa içeriye giriyoruz. Üzerimizde
uzanan koca bir tonoz altında kalan koca koridoru kapatıyor. Yıkık, dökük bu
koridorda ilerliyoruz karşımıza ne çıkacağından habersiz endişeli bir şekilde. Işığa
doğru yürüyoruz. Sol tarafımızda dizili birkaç oda ve içlerinden terasa
çıkıyoruz. Karşımızda tüm harikalığıyla Mezopotamya ovası. Arkamızı dönüyoruz. Demin
içine girdiğimiz yapının kocaman bir konak olduğunu anlıyoruz. Cephede odalardan
terasa açılan harika işlemelerle dolu pencere boşlukları. Merakla içeriye
giriyoruz tekrar. İlk girdiğimiz koridorun sol tarafından aşağıya inen çok
küçük bir çift aralık görüyoruz. Eğilip baktığımızda bulunduğumuz kattan daha
aydınlık görünüyor. Küçücük karanlık merdivenlerden koca bir aydınlığa
çıkıyoruz. En az üst kat kadar büyük bir katı daha var konak sandığımız bu
yapının. Yine solda bulunan bir dizi oda bu kattaki balkona açılıyor. Bu defa
balkonun üstü demin çıktığımız terastan dolayı kapalı. İnceliyoruz, kim bilir
kimler, ne zaman neler yaşamış bu harika konakta. Tavanda betonla sıvanmış
tonoz, altında ahşap kapılar var. Balkonun önünü bir ev kapatıyor bu defa. Mezopotamya’yı
göremiyoruz buradan. Anlamaya çalışırken burayı bir kat daha aşağıya inen
açıklığı görüyoruz. Şaşırıyoruz. Daha kaç kat var altında diye meraklanarak
merdivenlere doğru gidiyoruz. Balkondan iniyorsunuz bir alt kata. Birkaç basamak
inip kafamızı uzatıyoruz merakla. Taşlarla dolu bir kat. Üst katlarla aynı
devasalıkta ve yine özenle yapılmış işlemeler var. Sessiz, karanlık, esrarlı
bir kat daha. İnmek istiyoruz ama zeminde bir sürü taş olduğundan vazgeçip geri
dönüyoruz. Aklımız hala buradaki yaşanmışlıklarla meşgul. Konağa ilk girdiğimiz
kata çıkıp gitmeyi planlıyoruz. Çıkıyoruz ve ilk girdiğimizde fark etmediğimiz
bir çift merdiven daha görüyoruz bir üst kata çıkan. Kapını deliğinden ilk
baktığımızda asla böyle bir büyüklükle karşılaşacağımızı tahmin bile
etmemiştik. Üst kata da çıkmak istiyoruz merdivenlerin sonu kapıyla
kapatıldığından bu efsanenin bir üst katını göremiyoruz ne yazık ki. Çıkış için
kapıya doğru gidiyoruz artık. Tam girişin sağından aşağıya inen su kuyusunu
görüyoruz. Adeta tarihin içinden geçip gidiyoruz. Vakit geç olmadan çıkıyoruz. Muhteşem
bir heyecan oluyor bizim için. Herkese göstermek, herkesi tanık etmek istiyoruz
yaşanmışlıklarla dolu bu konağa. Kim bilir daha neler gizlidir sadece dışardan
gördüğümüz ahşap kapıların ardında ve bu şehirde.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder