16 Nisan 2016 Cumartesi

Emanet mont

Kimisi yıkık dökük, kimisi restore edilmiş dar, taş blok sokakların arasından geçerek Cumhuriyet meydanının on  basamak aşağısındaki Pazar yerine vardı Hülya.. ilkbaharın saat başı  hava değişikliklerinden dolayı  montunu adeta bir emanet gibi taşıyordu.Pazar yerinden elli metre aşağı inerek Tatlıdede konağının önüne geldi.Etrafına iyice bakıp durdu.Mardin’in sokaklarına kolay  kolay  araba girmiyordu ; hatta bazen insanlar bile bazı sokaklarda zor yürüyordu.Evler insanların üstüne üstüne geliyordu s sanki.Konağın önüne geldiğinde dört araba vardı.Bir tanesi dört metre genişliğinde siyah korkuluklu konağın avlusuna parketmişti.Araba demişken bir diğer taşıt eşekler…Ancak eşekler bu  dar sokaklara girebiliyordu.Burdan ikide bir sırtında birkaç torba ile eşekler geçiyordu.eşeği süren adam bağırarak eşeğe kızıyordu daha hızlı yürümesi için.Bununla birlikte eşeğin sahibi eşeğe kamçı vuruyordu.Eşek kamçının acısını hissettiği gibi zıplıyordu ve koşmaya başlıyordu , koştukça boynunda asılı duran küçük zillerden sesler çıkıyordu.Bu  sırada Hülya’nın emanet montu birden yere düştü.Hülya bir çırpıda montu alıp iki defa  sirkelediği gibi beline atarak bir düğüm attı  kollarına.Zavallı Hülya meydanda gösteri yapıyormuşçasına herkesler ona bakıyordu.Bir adam Hülya’nın yanına yaklaşarak “ne çiziyorsun iğti” diye sordu.Bıkmış bir tavırla adama bakıp mimarlık fakültesinden geliyoruz  buralara yeni projeler yapmayı düşünüyoruz dedi..”hıııı ne güzel ne güzel Allah yardımcınız olsun” deyip  bir kartvizit uzattı .Meğerse dişçiymiş adam ..Ne zaman bir diş sorununuz olursa yanıma gelin diyordu dişçi.Hülya kartı alıp tesekkür ve  memnuniyetlerinden sonra Cumbalı eve yöneldi.Değişik bir yapıydı Mardin için doğrusu ,Mardin’ de tekti böyle bir ev herhalde.Tek cumba vardı ve cumbanın etrafında siyah korkuluklu pencereler..Onun altında da Mardin’in gelenksel tonozlarından vardı.Hülya burayı inceledikten sonra sağ alt taraftaki sokağa yöneldi.Sokağa girdiği gibi , sağ tarafta yine Mardin’de  az rastlanan koca bir çam ağacı belirdi..Dalları sokağa saçılmıştı.Hülya devam etti yoluna .Önüne yaklaşık 40 basamaklık bir merdiven çıktı.Şu yürürken topal  hissettiğiniz ,sonu gelmeyen, biri yüksek biri alçak derken sokak birden daralmaya  başladı ve birden sonu görünmeyen  mavi ile yeşilin karışımı sonsuzluğa uzanıyor hissi uyandıran mezopotam ya ovası belirdi.Tabi ova göründüğü gibi ; birden soğuk bir rüzgarda esmeye başladı.Hülya belinde duran montu çözerek giydi ve fermuarını hava almaycak şekilde boğazına kadar kapattı…Bu  rüzgar sokak başında çok gürdü.Sanki aşağıdaki çeşmenin, küçük meydanın,  harabe binanın ve ovanın tüm rüzgarını toplayıp buraya boşatıyordu.Rüzgarın sesine ; ağlayan küçük bir çocuğun sesi de ekleniyordu.Dar sokağın  başındaki duvarın dibine oturmuş , başını eliyle kapatarak ağlıyordu.Hülya yanına giderek “neden ağlıyorsun ablacığım” diyerek çocuğun başını okşuyordu.Çocuktan hiç yanıt çıkmayınca  Hülya kalkıp tekrar etrafına bakınmaya başladı.Kahverengi boyalı , yeni cilalanmış, parlak kapıdaki tokmağa baktı.Tokmak ördek biçimindeydi.Ördeğin kafası aşağı bakıyor ve kapı çalındığında ,ördeğin göğsü kapıyı çınlatmaya yardımcı oluyordu.Ordan çıkıp tekrar topallaya topallaya basamakları inmeye başladı.Sol tarafında yeni tomurcuklanmış bir incir ağacı , yüksek duvarları olan bir avludan dışarı saçılıyordu.Bu avlunun dik duvarlarında otlar da  bitiyordu. Malum yetişecek yer pek az her yer taş, toprak çok az…Derken Hülya beş basamak daha topallayıp aşağı indi ve sağ tarafına baktı.Tatlıdede konağının paslanmış demir kapısı ve her iki tarafında da  bir karış yüksekliğinde  kutu gibi dört tarafı cam kahverengi aydınlatma  lambası vardı.Bunlara eşlik eden ince ustalıkla desenleri  işlenmiş kapıyı kaplayan kemer vardı.kemerin her iki tarafında da ikişer ayağı vardı..Buraya da şaşkın şaşkın baktıktan sonra aşağı indi ve sol taraftan kıvrıldı.Mezopotamya artık tüm görkemiyle karşısındaydı.Her yer ayaklarının altındaydı.Bir nebze dinen rüzgar tekrar esmeye başlamıştı.Rüzgar Hülya’nın sol tarafındaki üç katlı beyaz binanın  ikinci katındaki çardaktaki sarı tenteyi uçuracakmış gibi esiyordu.Çardağın altında çıkma şeklinde bir balkon vardı.Balkonu ayakta tutan, boru gibi görünen betonarme kolonlar vardı.Aşağı kısımda yere basan kolonun hemen yanındaki kapı; harabe , terk edilmiş gibi görünen bir evin avlusuna açılıyordu.Avludan merdivenle ikinci kata çıkılıyordu.Burda , oturup ovayı seyreden iki yaşlı  kadın vardı.Ev gibi onlarda terk edilmiş hissi uyandırıyordu.Bu evin beş basamak topallamakla aşağısında yine bir merdiven vardı.bu merdiven yokuşa ters; bu sefer bir eve çıkıyordu.Avluda yeşermemiş dallı budaklı nar ağacı vardı.Bu binalarla birleşen uzun merdivenlerin  sağ tarafında  yine kocaman bir harabe vardı. Bir ev yapılmaya çalışılmış gibi , duvarları örülmüş fakat tavanı olmayan bir ev…İçi taş, toprak ve çöple doluydu.Bu harabe gizemli gelmişti hülyaya Oranın içine girmeye karar verdi ve  sokaktan biraz daha topallayarak sağa döndü .çeşme bölümüne….Bu küçük sokakta birkaç basamak  aşağı indiğinde su sesi gelmeye başlamıştı.Hülya’nın sol tarafında bir çeşme varmış ama henüz görmemişti.Çeşmeni sağı, solu, üstü,altı ve arkası kapalıydı; sadece ön kısmı açıktı.Bir kutunun sadece ön cephesini çıkarıp içine çeşme koymuş gibi….Hülya buraya yaklaştı..Çeşmede balık  temizleyen eşarplı hızmalı bir kız vardı. Hülya kızın fotoğrafını  çekmek istedi fakat kız izin vermedi.Hülya da sadece balıkların ve çeşmenin fotoğrafını çekti.Kıza teşekkür ederek tekrar harabe binaya girmek için yöneldi.Önünde betonun içine yerleştirilmiş , iki karış topraktan beslenen üç metre boyu olan yeni tomurcuklana n bir dut ağacı belirdi. Merdivenleri devam ederek indi fakat harabaye giremedi..Geri dönmeye karar verdi.Çeşme sokağı iki kola ayırmıştı.Hülya merdivenlerden bu defa yukarı doğru çıkıyordu.Topallamayı bırakıp bu defa yaşlı  insanlar gibi yürüyordu.Başını önüne eğmiş , sırtı azıcık kamburlaştırarak merdivenleri çıkıyordu..Sokağın başına geldi; çeşmenin ikiye ayırmış olduğu sokağın başına…Sağ tarafa yöneldi.Bu  sakakta sadece gökyüzü görünürdü.Hülya biraz daha ilerledi ve bir dükkanın önüne vardı..Dükkan ile sokağın diğer ucuna uzanan beyaz bir sac buranın  üstünü kapatıyordu.Bunun altından geçerken sadece arkanızda kalan şeyleri ve öndeki siyah ve sarı renkli korkulukları  görüyordu.Bu korkuluklar sokağın sağ tarafını kapatıyordu..insanların düşmemesi için..Bu korkulukların tam önüne geldiğinde  tekrar bir sonsuzluk belirdi ve onun önünde de üst üste yerleştirilmiş evler adeta bir vadi şeklinde dizilmişlerdi.
   Hülya sıkılmaya başlamıştı…
    Cemal akşam oldu gidelim mi ?
   Cemalde sıkılımaya başlamıştı.
E hadi gidelim…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder