Kimisi yıkık dökük, kimisi restore edilmiş dar, taş blok sokakların
arasından geçerek Cumhuriyet meydanının on
basamak aşağısındaki Pazar yerine vardı Hülya.. ilkbaharın saat başı hava değişikliklerinden dolayı montunu adeta bir emanet gibi taşıyordu.Pazar
yerinden elli metre aşağı inerek Tatlıdede konağının önüne geldi.Etrafına iyice
bakıp durdu.Mardin’in sokaklarına kolay kolay araba girmiyordu ; hatta bazen insanlar bile
bazı sokaklarda zor yürüyordu.Evler insanların üstüne üstüne geliyordu s
sanki.Konağın önüne geldiğinde dört araba vardı.Bir tanesi dört metre
genişliğinde siyah korkuluklu konağın avlusuna parketmişti.Araba demişken bir
diğer taşıt eşekler…Ancak eşekler bu dar
sokaklara girebiliyordu.Burdan ikide bir sırtında birkaç torba ile eşekler
geçiyordu.eşeği süren adam bağırarak eşeğe kızıyordu daha hızlı yürümesi
için.Bununla birlikte eşeğin sahibi eşeğe kamçı vuruyordu.Eşek kamçının acısını
hissettiği gibi zıplıyordu ve koşmaya başlıyordu , koştukça boynunda asılı
duran küçük zillerden sesler çıkıyordu.Bu
sırada Hülya’nın emanet montu birden yere düştü.Hülya bir çırpıda montu
alıp iki defa sirkelediği gibi beline
atarak bir düğüm attı kollarına.Zavallı
Hülya meydanda gösteri yapıyormuşçasına herkesler ona bakıyordu.Bir adam Hülya’nın
yanına yaklaşarak “ne çiziyorsun iğti” diye sordu.Bıkmış bir tavırla adama bakıp mimarlık
fakültesinden geliyoruz buralara yeni
projeler yapmayı düşünüyoruz dedi..”hıııı ne güzel ne güzel Allah yardımcınız
olsun” deyip bir kartvizit uzattı
.Meğerse dişçiymiş adam ..Ne zaman bir diş sorununuz olursa yanıma gelin
diyordu dişçi.Hülya kartı alıp tesekkür ve
memnuniyetlerinden sonra Cumbalı eve yöneldi.Değişik bir yapıydı Mardin
için doğrusu ,Mardin’ de tekti böyle bir ev herhalde.Tek cumba vardı ve
cumbanın etrafında siyah korkuluklu pencereler..Onun altında da Mardin’in
gelenksel tonozlarından vardı.Hülya burayı inceledikten sonra sağ alt taraftaki
sokağa yöneldi.Sokağa girdiği gibi , sağ tarafta yine Mardin’de az rastlanan koca bir çam ağacı
belirdi..Dalları sokağa saçılmıştı.Hülya devam etti yoluna .Önüne yaklaşık 40
basamaklık bir merdiven çıktı.Şu yürürken topal
hissettiğiniz ,sonu gelmeyen, biri yüksek biri alçak derken sokak birden
daralmaya başladı ve birden sonu
görünmeyen mavi ile yeşilin karışımı
sonsuzluğa uzanıyor hissi uyandıran mezopotam ya ovası belirdi.Tabi ova
göründüğü gibi ; birden soğuk bir rüzgarda esmeye başladı.Hülya belinde duran
montu çözerek giydi ve fermuarını hava almaycak şekilde boğazına kadar kapattı…Bu rüzgar sokak başında çok gürdü.Sanki
aşağıdaki çeşmenin, küçük meydanın,
harabe binanın ve ovanın tüm rüzgarını toplayıp buraya boşatıyordu.Rüzgarın
sesine ; ağlayan küçük bir çocuğun sesi de ekleniyordu.Dar sokağın başındaki duvarın dibine oturmuş , başını
eliyle kapatarak ağlıyordu.Hülya yanına giderek “neden ağlıyorsun ablacığım”
diyerek çocuğun başını okşuyordu.Çocuktan hiç yanıt çıkmayınca Hülya kalkıp tekrar etrafına bakınmaya
başladı.Kahverengi boyalı , yeni cilalanmış, parlak kapıdaki tokmağa
baktı.Tokmak ördek biçimindeydi.Ördeğin kafası aşağı bakıyor ve kapı
çalındığında ,ördeğin göğsü kapıyı çınlatmaya yardımcı oluyordu.Ordan çıkıp
tekrar topallaya topallaya basamakları inmeye başladı.Sol tarafında yeni
tomurcuklanmış bir incir ağacı , yüksek duvarları olan bir avludan dışarı
saçılıyordu.Bu avlunun dik duvarlarında otlar da bitiyordu. Malum yetişecek yer pek az her yer
taş, toprak çok az…Derken Hülya beş basamak daha topallayıp aşağı indi ve sağ
tarafına baktı.Tatlıdede konağının paslanmış demir kapısı ve her iki tarafında
da bir karış yüksekliğinde kutu gibi dört tarafı cam kahverengi
aydınlatma lambası vardı.Bunlara eşlik
eden ince ustalıkla desenleri işlenmiş
kapıyı kaplayan kemer vardı.kemerin her iki tarafında da ikişer ayağı
vardı..Buraya da şaşkın şaşkın baktıktan sonra aşağı indi ve sol taraftan
kıvrıldı.Mezopotamya artık tüm görkemiyle karşısındaydı.Her yer ayaklarının
altındaydı.Bir nebze dinen rüzgar tekrar esmeye başlamıştı.Rüzgar Hülya’nın sol
tarafındaki üç katlı beyaz binanın
ikinci katındaki çardaktaki sarı tenteyi uçuracakmış gibi
esiyordu.Çardağın altında çıkma şeklinde bir balkon vardı.Balkonu ayakta tutan,
boru gibi görünen betonarme kolonlar vardı.Aşağı kısımda yere basan kolonun
hemen yanındaki kapı; harabe , terk edilmiş gibi görünen bir evin avlusuna
açılıyordu.Avludan merdivenle ikinci kata çıkılıyordu.Burda , oturup ovayı
seyreden iki yaşlı kadın vardı.Ev gibi
onlarda terk edilmiş hissi uyandırıyordu.Bu evin beş basamak topallamakla
aşağısında yine bir merdiven vardı.bu merdiven yokuşa ters; bu sefer bir eve
çıkıyordu.Avluda yeşermemiş dallı budaklı nar ağacı vardı.Bu binalarla birleşen
uzun merdivenlerin sağ tarafında yine kocaman bir harabe vardı. Bir ev
yapılmaya çalışılmış gibi , duvarları örülmüş fakat tavanı olmayan bir ev…İçi
taş, toprak ve çöple doluydu.Bu harabe gizemli gelmişti hülyaya Oranın içine
girmeye karar verdi ve sokaktan biraz
daha topallayarak sağa döndü .çeşme bölümüne….Bu küçük sokakta birkaç
basamak aşağı indiğinde su sesi gelmeye
başlamıştı.Hülya’nın sol tarafında bir çeşme varmış ama henüz
görmemişti.Çeşmeni sağı, solu, üstü,altı ve arkası kapalıydı; sadece ön kısmı
açıktı.Bir kutunun sadece ön cephesini çıkarıp içine çeşme koymuş gibi….Hülya
buraya yaklaştı..Çeşmede balık
temizleyen eşarplı hızmalı bir kız vardı. Hülya kızın fotoğrafını çekmek istedi fakat kız izin vermedi.Hülya da
sadece balıkların ve çeşmenin fotoğrafını çekti.Kıza teşekkür ederek tekrar
harabe binaya girmek için yöneldi.Önünde betonun içine yerleştirilmiş , iki
karış topraktan beslenen üç metre boyu olan yeni tomurcuklana n bir dut ağacı
belirdi. Merdivenleri devam ederek indi fakat harabaye giremedi..Geri dönmeye
karar verdi.Çeşme sokağı iki kola ayırmıştı.Hülya merdivenlerden bu defa yukarı
doğru çıkıyordu.Topallamayı bırakıp bu defa yaşlı insanlar gibi yürüyordu.Başını önüne eğmiş ,
sırtı azıcık kamburlaştırarak merdivenleri çıkıyordu..Sokağın başına geldi;
çeşmenin ikiye ayırmış olduğu sokağın başına…Sağ tarafa yöneldi.Bu sakakta sadece gökyüzü görünürdü.Hülya biraz
daha ilerledi ve bir dükkanın önüne vardı..Dükkan ile sokağın diğer ucuna
uzanan beyaz bir sac buranın üstünü
kapatıyordu.Bunun altından geçerken sadece arkanızda kalan şeyleri ve öndeki
siyah ve sarı renkli korkulukları
görüyordu.Bu korkuluklar sokağın sağ tarafını kapatıyordu..insanların
düşmemesi için..Bu korkulukların tam önüne geldiğinde tekrar bir sonsuzluk belirdi ve onun önünde
de üst üste yerleştirilmiş evler adeta bir vadi şeklinde dizilmişlerdi.
Hülya sıkılmaya başlamıştı…
Cemal akşam oldu gidelim mi ?
Cemalde sıkılımaya başlamıştı.
E hadi gidelim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder