16 Nisan 2016 Cumartesi

Rotamız belliydi bize sadece yola koyulmak kalmıştı.


Yolun başlangıcında bir ejderhanın etrafa alevler püskürttükten sonraki kalan sinir ve ruh haline bürünmüştüm. Bu ruh haliyle ne dikkatimi çekebilirdi ki derken, yolu kaybettiğim hissine kapıldım. Ruhumda ki duygu karmaşası yanında bu kaybolma hissim yoğun sisli bir havada nargile dumanının sise destek vermesi gibiydi. Yoğun ama aynı zamanda körelten bir duygu yoğunluğu içerisinde doğru yolda olduğumu gösteren abbaraya henüz varmıştım. Abbaranın eşiğinden sağa sola bakarken sağ çaprazdan çöp kutusundan süzülen çöp suyu kokusundan daha keskin bir kokunun burnuma çarpması beni bir adım geriye itmişti. Ölü bir hayvan mı vardı acaba? Yola devam etmem gerekiyordu algılarımı kokuya ve zihnimdeki ölü kedilere kapatmaya çalışıp bir çırpıda abbaraya girdim. Abbara da ki yazılar dikkatimi çekmişti belli ki yine ergenler iş başındaydı. Aşk itirafları kalbin içinden ok geçirmeler falan tabi onların ki de farklı bir kafa diye söylenmeye başladım. Abbaradan çıkmak için çıkışa yöneldim ve tam çıkışın ağzında duran kedi belki de köpek mi demeliyim. Hiç o kadar büyük kendi görmemiştim şaşkınlık içerisinde kedinin, taşların arasından kendi zor bela dışarı atmışçasına duran birkaç yeşil tanesinin üstünden atlayıp duvara çıkmasını izleyip yoluma yeniden odaklandım.
  
Yolda, rüzgarın ensemi merhametli soğuk bir çift el ile okşamasıyla, Mardin taşlarının arasından harabelerin her geçen gün artıyor olmasının verdiği endişe ile devam ediyordum. Yol boyunca görkemli büyük Mardin evlerinin boynunu büken kiralık veya satılık yazıları endişemi artıyordu. İnsanları anlamıyorum nasıl oluyordu bu büyülü mekanı bırakabiliyorlardı. Üzücü düşüncelerle beraber kendimi turunçgiller sokağında buldum bir anda. Yüzümde tuhaf bir tebessüm oluşturuyordu sokağın ismi. Aslında Mardin ve turunçgiller sokak, çarpık bir birliktelik gibi bir şeydi. İki ismin bir arada anılması J Ahşap kapıların ve merdiven basamaklarının beni çocuk yürüyüşüne zorlaması yol boyunca farklı hisler yaşayacağımın fragmanı gibiydi.

Yol almaya devam ettikçe sokaklarda tek bir insanın bile olmayışı  tedirginlik hissi uyandırıyordu. Yol sapağına geldiğimde sol tarafımda bir evin sakağı cep gibi nüfuz ettiğini gördüm. Aslında bu Mardin de enteresan bir görüntü değildi o halde orada dikkatimi çeken olay neydi? Neden gözlerim evin cephesinde defalarca gidip geliyordu. Çok geçmeden ilgimi çeken evin önündeki metal çubuklar ile oluşturulmuş gölgeliğe bağlanan iplere doğru yaklaştım. Sağ elimi iplere atıp neden burada olduklarına dair cevap ararken yerde ki birinci sınıf yazısını andıran karmaşık bir yazıyla dilek direği olduğunu anlayıp yola koyuldum. Artık yol tekinsizliğini kaybediyordu. Yakınlardan gelen çeşme sesi tekinsizliği koyan bir bekçi görevini üstlenmişti. Su ve kuş sesleri taş evlerin arasından altın sarısı rengi ile ben buradayım diye bağıran sokak levhasını fark etmemek mümkün değildi. Levhada ki sokak ismi tüm bu ilgi çekiciliğin geride bırakacak cinsteydi. Ev görünümün de bir mekanın kapısının üstünde yazan WC yazısı, kapının üstünde ki mutsuzlar sokağı levhası farklı algılar oluşturuyordu. Bu Farklı hislere sokak boyunca duvarlara çizilmiş smile ve aşk sözleri mutsuzlar sokağında ki çarpık ilişkinin hakkını veren cinstendi.

 Camı açık bir evden kulakları patlatırcasına yükselen ‘10 kavanozu 100 lira bu da yetmiyormuş gibi üstüne 1 kilo polen veriyoruz ‘ sesi takip edip parmak uçlarıma yükselip odanın içine bakmak için çaba sarf ettim zemin kat olmasına rağmen pencere çok yüksekti. Bunca çabaya rağmen alın hizasına yükselebilmiştim. Hayal kırıklığıyla tabanlarıma düzgün basar vaziyete geldiğimde bel hizamda bir pencerenin olduğunu fark ettim. Belli ki sıcak veya soğuk hava için belki de fareler için pencereyi muşamba tarzı şeffaf bir plastikle kapattıklarını gördüm. Üstüne çocuklar açamasın diye pet şişe kapaklarını çivi ile derz boşluklarına sabitlemişlerdi. Olağanüstü bir mühendislik örneği izlermişçesine bu küçük pencerede ki ayrıntılara takıldım. İçimden bizim ülke tam mühendisler diyarı, kıymet bilinmiyor diye söylenmeye başladım. Sokakların canlı olduklarını hissediyordum sanki ruh halime göre şekil alıyorlarmış gibi. İyi olduğunu düşünmediğim bir ruh hali içindeyken dar sokaklar , dar sokaklara eşlik eden yüksek duvarlar tam bir labirent hissi. Neşeli ruh haline büründüğüm zamanlarda genişleyen sokaklar, alçalarak önümü açarmışçasına sağa sola çekilen duvarlar, sonsuzluğu Mezopotamya’nın yeşil, kahverengi ve mavi rengin harmanlanmasıyla bana sunan bir Mardin ile baş başaydım. Daha çok bağlanıyordum Mardin’e her geçen gün bana gizemli başka bir odasının kapısını açıyormuş hissine kapılıyordum.  Az ilerde damların yol hizasında olduğundan önümde ki büyüleyici sonsuzluğu daha iyi idrak edebiliyordum. 10 kedi boyu kadar ilerde -kedi boyu diyorum evet kedilerin yoğun olduğu bir bölgeydi- 10 basamaklı açık bir abbaraya dayanmış merdiven vardı. Merdivenin neden orada olduğuna anlam veremeyip üstüne çıktım. Aklıma land art ile yapılan kolaj çalışmaları geldi. Önümde bir kubbe vardı ama farklı görünüyordu. Çünkü camilerin dışında yapılan kubbeler genelde içte kalıyordu veya belki de bana öyle geliyordu ama çirkin bir görüntü oluşturduğu kesindi belki de kubbenin yere çok yakın olmasından kaynaklanıyordu bende ki beğenmeme duygusu. Beğenmeme demişken artık gerçekten mimar olmaya başladığımızı fark ettim dış dünyaya hep bir eleştirel gözle bakmalar, beğenmediğimiz noktalara ayak üstü tasarım yapmalara çalışmalar falan gerçekten de değişmişiz. Buna mesleki deformasyon deniyor galiba , bu yaşantımız da ufaktan kendini his ettirmeye başladı. Uf zihnim hep böyle yapıyor daldan dala atlayıp olduğum mekandan koparıyor beni. Kubbe de kalmıştır. Kubbenin bir girişi gösterdiğini anladım inceleyince. Medrese tarzı bir yerdi galiba. Merdivenden inip açık Abbaradan yoluma devam ettim . Açık Abbara demişken Mardin de pek karşılaşılan bir şey değil aslında. Genelde böyle ferahlık olmaz abbaralar da hatta bunun üzerine hikayeler bile sıkça bulunur. Ah yine bu çocuk gibi hissettiren merdivenler. Soluk soluğa bırakıp ve sonları yokmuş gibi davranan merdivenler. Oh nihayet düzlükteydim. Eğilip iki elimi dizime dayanak yapıp nefes alış verişimin normal düzeye dönmesiyle devam ettim.


Farklı bir yer gibiydi bulunduğum sokak. Küçük mahalle arasında bir bakkal. İçinde ki en pahalı yiyecek ekmekti galiba. 50 kuruşluk ekmek. Bakkalın önüne gölge yapması için konulmuş tente. Geride bıraktığım abbraların devamı gibiydi. Bakkalda ki yaşlı amcanın arapça cümlelerinin arasına serpiştirdiği birkaç Türkçe kelime ile bizimle diyaloğa geçmeye çalışması Mardin de sık görülen bir durumun daha tatlı bir versiyonu gibiydi. Bakkalın az ilerisi yolumuzun sonu olduğuna dair belirtiler taşıyordu. Yolculuğun bütün karması burada gibiydi. Bakkalın 5 adım ilerinde bir ağacın önünde bulunan koruma taşlarının üstüne çöküp etrafı izlemeye başladım. Önümde duvarların izlemem için geri çekildiği Mezopotamya ovası, onun sağında rehber edasıyla aşağı inen çok eğimli bir yol, yola eşlik eden evler, evlerin sağından panoromik şekilde devam ederken az evvel ki yoldan daha dik olan başka bir yol (araba 3 defa yolu çıkmaya çalışmasına rağmen çıkamayıp üstümüze doğru geri geri geldi), panoromik açıyı kaybetmeden devam edince yoldan aşağı doğru akarsuyun etrafına dizilmiş taşların edasıyla duran görkemli büyük Mardin taş evleri, evlerin cephelerinde bulunan atık su boruları, borulara eşlik eden Mardin’in kahverengiliğine karşı çıkarmışçasına duran sarı ve yeşil renklere sahip olan taşları delermişçesine çıkan bitki yoğunluğu. Mardin’in büyülü odalarının başkasındaydım şimdi. Odanın keyfini çıkarıp ovaya uzun uzun bakmaya başladım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder