Uzak ülkeden gelip küçük bir şehirde
yaşamaya başladım. Ardından üç yıl geçti, zannediyorum ki bu şehrin her
tarafını biliyorum, dağa bile çıktım. Demek ki keşfedebileceğim bir şey kalmadı
bu şehirde fakat o gün bu şehrin hakkında hiç bir şey bilmediğimi anladım.
Bu sefer ana
caddeden yürümedim ara sokaklara girdim, ilkbahardayız dar sokakta yürümeme
rağmen güneş yüzüme vuruyordu, önüme göremiyordum, çantamdan defteri çıkardım
ve güneşi kapatmaya çalıştım. Yoluma devam ettim sokak uzun ve dar, yürürken
sol tarafa siyah bir şey olduğunu hissettim, yüzüme sola çevirdim, alçak ve
kapkaranlık bir abbara karşıma çıktı. Bir an durdum, abbaraya baktım, sonunu göremedim.
Dururken sağ taraftaki dükkân yıkanıyordu, sular abbaraya doğru inmeye başladı.
Güneşten dolayı su pırıl pırıl parlıyordu fakat abbaraya doğru indiğinde kayıp
oluyordu. Sular ile bir adam abbaraya doğru gidiyordu, adam abbaraya eğilerek
girdi ve o da kayıp oldu. Fark etmeden abbaranın önünde baya zaman geçirdim. İnmeye
karar verdiğimde abbaradan bir ses duydum ve içinde siyah bir şey hareket
ediyordu, iki saniye sonra bir amca çıktı abbaradan ben de cesaretimi
toparladım ve indim. Abbaraya girdim diğer taraftan ışık geliyordu, nedeni
bilmiyorum ama abbaranın sonundan ışık gelmesini beni mutlu ettirdi. Abbara çok
sessizdi sadece nefesimi ve ayak seslerimi ‘tik tek tik tek’ duyuyordum. Arkamdan
hafif bir rüzgâr esiyordu, rüzgâr tarçınlı ekmek kokusu getiriyordu. Abbaranın
diğer tarafından soba kokusu geliyordu, demek ki insanlar hala sobayı
yakıyorlar. Üşüdüm abbarada ilerlemem gerekiyor.
Abbaradan çıktım,
çıkarken arkama döndüm, ne güzel evlerin altından geçiyorsun. Sessiz abbaradan
çıkar çıkmaz güvercin ve kuş sesleri duydum, çok güzeldi Sübhanallah sanki ilk
defe diliyorum. İlerledim bir evin duvarından su akmasını beni şaşırttı sanki
çeşmedir. Aynı evin diğer tarafından incir ağacı çıkıyor, sadece incir ağacı
değil otlar da duvara yayıldı, Sübhanallah sanki dikey orman karşısındayım. İncir
ağaca yaklaştım, yakından görmek istedim. Ağacından su damla damla akıyordu, dibinde
olduğumda üstüme damlamaya başladı. Dikey orman olan ev alt katı ne yazık
harabedir. Üzüntü ile yoluma devam ettim. Sola dönmeden önce bir ses duydum,
yüzüme çevirmedim, ses ne olduğunu tahmin etmeye çalıştım. Üstten suyun
düşmesine düşündüm ama nasıl? Yüzüme çevirdim, evin ikinci kattan pencerede
oturan çocuk su ile dolduran balon insanların arkasından atıyordu, çok yaramaz
dedim.
Solda karşıma
uzun bir merdiven çıktı. Merdivenin iki tarafında uzun duvarlar vardı, onların
arasında çok güzel bir manzarayı gördüm’ Mezopotamya’. Bir ferahlık hissettim. ‘
Hayatta bir daralmadan sonra bir ferahlık yaşarsın’ aklıma geldi. Sağ, sol yüksek
duvar, ön Mezopotamya, üst gökyüzü ve kuşlar, çok güzel bir duyguydu. Yola devam
ettim her geçtiğim yer mutlaka duvarlarda otlar görüyorum, bazen de harcalar arasında
çıkıyor bazen de kapıların altından. Merdivenden inerken arkama döndüm, evlerin
arasından küçük zarif bir minare gördüm, acaba hangi camini minaresiydi? Aklımda
bir soru işareti kaldı.
İnmeye devam
ettim fakat indikçe sanki duvarlar arasında kayıp oluyordum tipken abbaraya
inen sular. Merdivenin sonunda sağa döndüm yine merdiven vardı, bu sefer dut
ağacının yaprakları yerde gördüm, yüzüm yukarıya çevirdim, dut çıkmadı.
Uzaktan bir
koku kokladım, çok sevdiğim bir koku patates kokuydu, acıktığımı hissettim. Kokuya
takıp ederken karşıma yarım abbara çıktı. Karanlık olmayan abbara. Abbara karanlık
olmadığından dolayı içinden Mezopotamya’yı izleyebildim. Yürürken bir konak
buldum içine girdim, konaktan hem Mezopotamya hem de kaleyi görebildim. Çıktım konaktan
karşıma başka bir incir ağacını gördüm, ilginç tarafı ağaç nasıl duvardan
çıkıyor, bir de küçük değil, o zaman insan Allah’ın kudretini anlıyor. Ağaca yakından
görmek için merdivenden indim. Anıdan içimde bir korku hissettim fakat yoluma
devam ettim. Merdivenin sonunda sağ tarafta hafif bir ışık dikkatime çekti sağa
bakar bakmaz harabeyi gördüm kapı azıcık açıktı küçük boşluktan karanlık
arasında hafif bir ışık yanıyordu. Yaklaşmaya çalıştım ama korkudan yaklaşamadım.
Sol tarafta kapkaranlık bir abbara vardı. Başta girmeye tereddüt ettim sonra Bismillah
diyerek girdim. Abbara çok pis kokuyordu, burnumu kapattım ve koşarak çıktım. Abbaradan
çıkamadan önce sağ tarafta bir harabe gördüm fakat bu harabe karanlık değil tam
aksına aydınlık vardı o yüzde korkmadan girdim, sağ, sola bakıyordum, bir
şeyden korkuyordum karşıma bir insan çıksa ne yapardım? İlerledim karanlık yerlere
giremedim, ışık olan yerlere girdim. Harabede çok güzel bir terası var. Terastan
bir odaya girdim, girer girmez kalbım durdu, o an çok korktum, hissetmeden
kendimi dışarda buldum ve evime döndüm.
Ertesi gün diğer
harabeye gitmeye karar verdim. İçimde kaldı ama aynı zamanda gittiğim harabe
aklıma geldi ve bu sonuca vardım ‘ Bulunduğu yer insan varsa kork, bulunmadığı
yerde korkma, İnsandan kork Cinden korkma ‘ ve harabeye doğru gittim. Bu sefer
giderken güneş yoktu yüzüme kapatmaya gerek yoktu fakat yağmur vardı. Yağmurdan
kaçıp abbaralarda sınıyordum. Harbeye girdim kapkaranlıktı, üsten küçük
pencerelerden hafif ışık giriyordu. Harabe çok ama çok büyüktü ve çok güzeldi. Her
tarafa gitmeye çalıştım, bazı yerler kapalıydı. Evin içinde su kurusu vardı,
çok derindir. Evin terasını çok güzeldi. Eski zamanı dönmeyi istedim, insanlar
bu kocaman evde hayatları nasıldı. Keşke dönebilsem …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder