16 Nisan 2016 Cumartesi

Seni Tanımaya Başladım

 Uzak ülkeden gelip küçük bir şehirde yaşamaya başladım. Ardından üç yıl geçti, zannediyorum ki bu şehrin her tarafını biliyorum, dağa bile çıktım. Demek ki keşfedebileceğim bir şey kalmadı bu şehirde fakat o gün bu şehrin hakkında hiç bir şey bilmediğimi anladım.
   Bu sefer ana caddeden yürümedim ara sokaklara girdim, ilkbahardayız dar sokakta yürümeme rağmen güneş yüzüme vuruyordu, önüme göremiyordum, çantamdan defteri çıkardım ve güneşi kapatmaya çalıştım. Yoluma devam ettim sokak uzun ve dar, yürürken sol tarafa siyah bir şey olduğunu hissettim, yüzüme sola çevirdim, alçak ve kapkaranlık bir abbara karşıma çıktı. Bir an durdum, abbaraya baktım, sonunu göremedim. Dururken sağ taraftaki dükkân yıkanıyordu, sular abbaraya doğru inmeye başladı. Güneşten dolayı su pırıl pırıl parlıyordu fakat abbaraya doğru indiğinde kayıp oluyordu. Sular ile bir adam abbaraya doğru gidiyordu, adam abbaraya eğilerek girdi ve o da kayıp oldu. Fark etmeden abbaranın önünde baya zaman geçirdim. İnmeye karar verdiğimde abbaradan bir ses duydum ve içinde siyah bir şey hareket ediyordu, iki saniye sonra bir amca çıktı abbaradan ben de cesaretimi toparladım ve indim. Abbaraya girdim diğer taraftan ışık geliyordu, nedeni bilmiyorum ama abbaranın sonundan ışık gelmesini beni mutlu ettirdi. Abbara çok sessizdi sadece nefesimi ve ayak seslerimi ‘tik tek tik tek’ duyuyordum. Arkamdan hafif bir rüzgâr esiyordu, rüzgâr tarçınlı ekmek kokusu getiriyordu. Abbaranın diğer tarafından soba kokusu geliyordu, demek ki insanlar hala sobayı yakıyorlar. Üşüdüm abbarada ilerlemem gerekiyor.
    Abbaradan çıktım, çıkarken arkama döndüm, ne güzel evlerin altından geçiyorsun. Sessiz abbaradan çıkar çıkmaz güvercin ve kuş sesleri duydum, çok güzeldi Sübhanallah sanki ilk defe diliyorum. İlerledim bir evin duvarından su akmasını beni şaşırttı sanki çeşmedir. Aynı evin diğer tarafından incir ağacı çıkıyor, sadece incir ağacı değil otlar da duvara yayıldı, Sübhanallah sanki dikey orman karşısındayım. İncir ağaca yaklaştım, yakından görmek istedim. Ağacından su damla damla akıyordu, dibinde olduğumda üstüme damlamaya başladı. Dikey orman olan ev alt katı ne yazık harabedir. Üzüntü ile yoluma devam ettim. Sola dönmeden önce bir ses duydum, yüzüme çevirmedim, ses ne olduğunu tahmin etmeye çalıştım. Üstten suyun düşmesine düşündüm ama nasıl? Yüzüme çevirdim, evin ikinci kattan pencerede oturan çocuk su ile dolduran balon insanların arkasından atıyordu, çok yaramaz dedim.
   Solda karşıma uzun bir merdiven çıktı. Merdivenin iki tarafında uzun duvarlar vardı, onların arasında çok güzel bir manzarayı gördüm’ Mezopotamya’. Bir ferahlık hissettim. ‘ Hayatta bir daralmadan sonra bir ferahlık yaşarsın’ aklıma geldi. Sağ, sol yüksek duvar, ön Mezopotamya, üst gökyüzü ve kuşlar, çok güzel bir duyguydu. Yola devam ettim her geçtiğim yer mutlaka duvarlarda otlar görüyorum, bazen de harcalar arasında çıkıyor bazen de kapıların altından. Merdivenden inerken arkama döndüm, evlerin arasından küçük zarif bir minare gördüm, acaba hangi camini minaresiydi? Aklımda bir soru işareti kaldı.
   İnmeye devam ettim fakat indikçe sanki duvarlar arasında kayıp oluyordum tipken abbaraya inen sular. Merdivenin sonunda sağa döndüm yine merdiven vardı, bu sefer dut ağacının yaprakları yerde gördüm, yüzüm yukarıya çevirdim, dut çıkmadı.
   Uzaktan bir koku kokladım, çok sevdiğim bir koku patates kokuydu, acıktığımı hissettim. Kokuya takıp ederken karşıma yarım abbara çıktı. Karanlık olmayan abbara. Abbara karanlık olmadığından dolayı içinden Mezopotamya’yı izleyebildim. Yürürken bir konak buldum içine girdim, konaktan hem Mezopotamya hem de kaleyi görebildim. Çıktım konaktan karşıma başka bir incir ağacını gördüm, ilginç tarafı ağaç nasıl duvardan çıkıyor, bir de küçük değil, o zaman insan Allah’ın kudretini anlıyor. Ağaca yakından görmek için merdivenden indim. Anıdan içimde bir korku hissettim fakat yoluma devam ettim. Merdivenin sonunda sağ tarafta hafif bir ışık dikkatime çekti sağa bakar bakmaz harabeyi gördüm kapı azıcık açıktı küçük boşluktan karanlık arasında hafif bir ışık yanıyordu. Yaklaşmaya çalıştım ama korkudan yaklaşamadım. Sol tarafta kapkaranlık bir abbara vardı. Başta girmeye tereddüt ettim sonra Bismillah diyerek girdim. Abbara çok pis kokuyordu, burnumu kapattım ve koşarak çıktım. Abbaradan çıkamadan önce sağ tarafta bir harabe gördüm fakat bu harabe karanlık değil tam aksına aydınlık vardı o yüzde korkmadan girdim, sağ, sola bakıyordum, bir şeyden korkuyordum karşıma bir insan çıksa ne yapardım? İlerledim karanlık yerlere giremedim, ışık olan yerlere girdim. Harabede çok güzel bir terası var. Terastan bir odaya girdim, girer girmez kalbım durdu, o an çok korktum, hissetmeden kendimi dışarda buldum ve evime döndüm.
   Ertesi gün diğer harabeye gitmeye karar verdim. İçimde kaldı ama aynı zamanda gittiğim harabe aklıma geldi ve bu sonuca vardım ‘ Bulunduğu yer insan varsa kork, bulunmadığı yerde korkma, İnsandan kork Cinden korkma ‘ ve harabeye doğru gittim. Bu sefer giderken güneş yoktu yüzüme kapatmaya gerek yoktu fakat yağmur vardı. Yağmurdan kaçıp abbaralarda sınıyordum. Harbeye girdim kapkaranlıktı, üsten küçük pencerelerden hafif ışık giriyordu. Harabe çok ama çok büyüktü ve çok güzeldi. Her tarafa gitmeye çalıştım, bazı yerler kapalıydı. Evin içinde su kurusu vardı, çok derindir. Evin terasını çok güzeldi. Eski zamanı dönmeyi istedim, insanlar bu kocaman evde hayatları nasıldı. Keşke dönebilsem … 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder