14 Nisan 2016 Perşembe

İki kişilik çay

  Kaç  gün geçmişti üstünden?Yıl mı demeliydim bilmiyorum.Zaman anlamsızlığı ile beraber belli belirsiz akıp gidiyor.Günler aylar gibi geçiyor sanırım.Zaten ne önemi var ki?Varlığı günbegün solan,sesi ve yüzü modern makinelerde kayıtlı olan birinin ardından günler sayılamayacak kadar önemsizdi.İnsanda  sadece bölük pörçük izler ve anılar kalıyor.Onlar da zamana karşı bir süre direnebilir ve her an gidebilecekmiş gibiler.
  Bu caddedeki özenle dizilmiş siyah taşları ne çok severdim o yanımda yürürken oysa.Utancımdan çoğu zaman başımı kaldıramaz bu taşları saya saya,her sokak köşesindeki kedileri,sarı ve nemli duvar taşları arasından biten otları hafızama kazıyarak yürürdüm,bir yandan da yumuşak sesiyle anlattığı en küçük ayrıntıları bile ezberlerdim.Bir onun varlığı bir de bulutların altından süzülen  bahar güneşinin ışınları ile ısınırdı içim.Şimdi aynı güneşin altında belki de yıllar sonra soğuk bir ürperti sarıyor her yanımı.Aynı taşlar,aynı otlar,aynı abbara,aynı kapılar…Zaman tüm yumuşaklığıyla onları da yıpratmıştı;üzgün ve kırgın bir kalbi yıpratamadığı kadar.Bir süre yürüdükten sonra kendimi o abbaranın önünde bulmuştum.Güneşten olabildiğince ışık almaya çalışmasına rağmen birkaç adım sonrası karanlığa teslim olmuştu.Büyük girişinin karşısında durdum,durdum ve durdum.Unuttuğumu,yitip gittiğini sandığım onlarca anı saplantı göğsüme.Üniversitedeyken yaşanmışlıklara ev sahipliği yapan mekanların aradan onlarca yıl geçmesine rağmen tekrar görüldüğünde insanda şok etkisine sebep olduğunu ve bilinçaltında saklanan hatıraların tekrar ortaya çıkabildiğini savunan bir tez okumuştum.O tezi böyle deneyimleyeceğim kimin aklına gelirdi.

   Çok mu şey değişmişti?Yoksa değişim sadece bende miydi?Zarafetle yükselen eski taş beşik tonozda biten otlar yoktu şimdi.Yerini donuk,hissiz bir sıva almıştı.İnsan görmek istemediği,çirkin bulduğu şeylere hemen makyaj yapar.Tonoz da nasibini almış bundan.Unutmak istediklerimizi sıvarız,geçmişle aramıza set çekeriz.Peki ya kalpte olanlara ne yapabiliriz?Karşımda duran beton basamakların arasından güçlükle biten otlar gibi özlemlerimiz ve kırgınlıklarımız da kalpten fışkırır bir şekilde.Güneş bembeyaz bulut kümelerine rağmen tüm samimiyetiyle ışık saçıyordu abbaranın girişine.Önümdeki siyah takım elbiseli kır saçlı adam ağır ağır çıkıyordu merdivenleri.Omuzlarındaki yük eğmişti başını sanki.Çevresinden bihaber kendi dünyasında ilerliyordu.Ürkek ve ağır adımlarla ilk basamağı çıktım.En küçük bir hatırayı bile hatırlarım diye dikkatle bakındım etrafıma.İlerde abbaranın sonunda solmuş ışık yerini yerini gün ışığına bırakıyordu yeniden.Sağdaki koyu eski ahşap kapı tüm mahzunluğu ile selamladı beni.Eski bir dosta bakıyormuşum gibi hissettim.Üstünde kapı numarası vidalamışlardı: Mavi renkli bir metal parçası üzerine kocaman bir ‘2’.Oraya hiç ait olmamış ve olamayacak kadar anlamsızdı.Kapının üstündeki kubbemsi ve yanlarındaki kabartılmış işlemeler ise zarafetini ve oraya aitliğini yitirmeden zamana meydan okuyorlardı.İçimde bir burukluk ile vedalaştım eski dostum ile.Vedalaştığım kapı değil de içimden bir parça,bir yitirmişlikti sanki.Sonraki adımı atmakta tereddüt ettim bir süre.Etrafta kimse yoktu,takım elbiseli adamın ayak sesleri de yerini araba kornalarına ve güvercinlerin kanat çırpışlarına bırakmıştı.Beton basamaklardansa sağdaki taş basamaklardan çıkmaya devam ettim.Betondan oldum olası haz etmezdim zaten.Solmuş sarı renkli duvar taşlarına dokuna dokuna ilerledim.Taşın pürüzlülüğünü,nemini hissedebiliyordum. Benim de dahil olmak üzere daha nice hikayelere tanıklık eden kadim şahitler bu taşlar.Her adımımda yeni bir dünyaya açılan bir kapı vardı bu abbarada.En sevdiğim yanlarından biri de buydu sanırım.Üstünde büyük harflerle ‘’ABBARA’’ yazan, koyu renkli ahşap kapının önünde durdum.Yazı el yazması gibi duruyordu.Kapı eski kalmakla yeni olmak arasında kalmış gibiydi.Onunla bu kapıya her baktığımızda bilinçsizce büyüsüne kapıldığını görürdüm.Ama bu aynı kapı değildi artık ve o da yoktu.Geriye şahitleri olarak ben kalmıştım.Kapının önüne serilen küçük halı geçen gidenlere ‘’Hoşgeldiniz,buyurun’’ der gibiydi.Kırmızı ve beyazın farklı tonlarında işlenmiş,beyaz püskülleri kirlenmiş tatlı bir halıydı.Soğuk metal tokmağına istemsizice uzandı elim.Kapıyı kimin açmasını bekliyordum?İçeride beni ne bekliyordu?İçinde bulunduğum boşluğu giderebilecek birileri var mıydı?Çalamadım  kapıyı.Sağ üst tarafında yeni cilalanmış eski lamba duruyordu hala.Karanlıkta etrafı saran sarı loş ışığı canlandı anılarımda;şimdi en pahalı ve modern lambaların asla veremeyeceği bir huzur veriyordu. Kapıya baka baka ilerlerken arkamdaki tuğlalarla çevrili gri rogar kapağına takıldı ayağım.Yıllar önce yine takılmıştım ama o zaman düşmeme fırsat kalmadan kolumdan tutmuştu beni.Rogar kapağı  ‘’güven’’ hissini anılarımın derinliklerinden bulup çıkartmıştı.Abbaradan çıkıp iki yanı evlerle sarılı dar bir sokağa çıktım.Farkettim ki neredeyse gördüğüm her şey benim için önemli duyguları simgeliyordu,her duygu da bir hatırayı.Okunan ikindi ezanı ile düşüncelerimden sıyrıldım.Sahi öğle ezanı ne zaman okunmuştu ki?Kaç saattir burada olduğumu kestiremedim.Acelem de yoktu.Uzun zamandır kendim için ayırdığım tek gün.Unutmak için kendimi günlük hayatın hızlı akışına bırakmıştım.İşten başka düşündüğüm bir şey yoktu.Şu an içinde bulunduğum sokak tüm varlığıyla bastırdığım,bir köşeye attığım eskileri hissettirmeye başlamıştı bana.Eskiden beraber çıktığımız merdivenler beni tekrar çağırıyordu.İlerde merdivenlerin sonunda bir duvarı tamir eden işçilerin belli belirsiz sesleri duyuluyordu.Biraz daha ilerledim.Güneş yakmamasına rağmen alınlarında boncuk boncuk terler birikmişti.Aralarından biri işçi olamayacak kadar havalı görünüyordu.Kaliteli siyah haki yaka gömleği,koyu renk lacivert pantolonu ve siyah güneş gözlüğü ile (önündeki metal merdivenden çıkmış olacak ki) yüksekçe bir duvarın üstünden hararetle,işçileri güldüren bir şeyler anlatıyordu.Yaklaştıkça konuşmalarını daha net duymaya başlıyordum.Sol taraftaki iki katlı evin balkonundan bir amca arada onlara katılıyordu.Eski belediyenin bu sokaklara hiç özen göstermediğinden ve yeni belediyenin de gündüz ağaç dikip geceleri de onları söktüğünden bahsediyorlardı.Yanlarından geçerken bakışlarının bana odaklandığını hissedebiliyordum.Sola sapıp merdivenleri çıkmaya devam ettim.Karşımda görkemli bir şekilde bir evin duvarı ile adeta bütünleşmiş bir şekilde iki koldan yükselen asma gövdeleri vardı.Evin terasında birleşip altında yazın tüm ailenin yemeğini yiyip ardından çayını içebileceği bir muhabbet mekanı oluşturmuştu.Özlediğim samimi ortamlardan biriydi orası.Yol o evden ikiye ayrılıyordu.Duyduğum çocuk sesleri ile içgüdüsel olarak sol tarafa döndüm.Yine duvarından ağaç dallarının yükseldiği iki katlı bir evin dibinde oyun oynuyorlardı.Büyüğü kısa mavi bir etek,üzerinde gözlüklü bir kadın figürünün olduğu bir t-shirt giymişti.Kalın giyindiğim halde üşüyordum ben.Yaşlılığın getirilerinden biri olsa gerek.Küçük kız at kuyruğu yaptığı siyah uzun saçlarını savurarak koşuyordu.Onlarda geçmişimi kendimde de onların geleceğini gördüm adeta.Koşarak hızla uzaklaştılar.Modern bir kentten buraya gelen her insan aslında sokağın ne olduğunu elbette anlayacaktır.Yer yer daralan ve genişleyen,sürekli kollara ayrılan bazen de çıkmaz sokaklara bürünen Mardin sokakları kentli insanın özlemini duyacağı güzelliklerle dolu.Tam karşımdaki evin terasında bir aile oturmuş akşam güneşinin keyfini çıkarıyor olacaklar ki kahkaha seslerini duyabiliyordum.Eskiden sıcak sahlep içtiğim,onunla muhabbet ettiğim bu sokaklar şimdi başka insanların bir şeyler paylaştığı yerler olmuştu.Çoğu kapının üstünde hala her aileye özgü taş kabartmaları vardı.Kimisinde çam ağacı,kimisinde de ağaç yaprağı figürü vardı.Bunlar mekanı kendine has kılan etmenlerdi.Üstünde yonca yaprağı olan kapıyı çalıp kaçışımızı hatırladım.Kapıyı kimse açmamıştı sanırım ama yine de korkup koşmaya başlamıştık.Sokağın solunda kırmızı şallı,tatlı,lacivert sırt çantalı kızın üzerine  kollarını dayayıp defterine bir şeyler çizdiği duvara kadar nefes nefese koşmuştuk.Oradan ovaya savrulan bulutları ile sevdayı kuşanmış Mezopotamya karşılamıştı bizi. Heyacanımıza ortak olmak istermiş gibi kollarını açmıştı bize.Duvarın dibinde şimdi solmuş birkaç papatya ve kırmızı çiçekler vardı.Koparılıp solmaları yetmezmiş gibi bir de kız onları ezip yoluna devam etti.Söyleyecek söz bulamıyorum o hissettiklerimi açıklamak için.Önünde küçük bir bahçe olan renkli desenli evin oradan geçip ana caddeye çıkan sokağa girdim.Geçen arabaları,karşıdaki çay bahçelerini görebiliyorum artık.Dibinde durduğum evlerden birinin taş işlemeleri gölgede kalarak bir insan yüzü silüeti oluşturuyordu.Bulutlar pamuktan yapılmışçasına doldurmuştu gökyüzünü.Hep gidip terasınsa çay içmek istediğimiz ama kapalı olan eski PTT binası üniversitenin uygulama oteli olarak hizmet veriyormuş şimdi.Artık gidebilirdim oraya.Girişin karşısında bir merdiven karşıladı beni.Çıktığım her adımda yalnız olmadığımı hissediyordum.Merdiven iki kola ayrılıyordu.Sağdan devam ettim.Her adımımda yanımdaydı artık biliyordum.Teras olabildiğince yemyeşil ovaya bakıyordu.Siyah sandalyelerden birine oturdum ve ne içmek istediğimi soran güzel hanımdan iki çay istedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder