Kaç gün geçmişti üstünden?Yıl mı demeliydim
bilmiyorum.Zaman anlamsızlığı ile beraber belli belirsiz akıp gidiyor.Günler
aylar gibi geçiyor sanırım.Zaten ne önemi var ki?Varlığı günbegün solan,sesi ve yüzü modern makinelerde kayıtlı olan birinin ardından günler
sayılamayacak kadar önemsizdi.İnsanda
sadece bölük pörçük izler ve anılar kalıyor.Onlar da zamana karşı bir
süre direnebilir ve her an gidebilecekmiş gibiler.
Bu caddedeki özenle dizilmiş siyah taşları ne çok severdim o yanımda yürürken oysa.Utancımdan çoğu
zaman başımı kaldıramaz bu taşları saya saya,her sokak köşesindeki
kedileri,sarı ve nemli duvar taşları arasından biten otları hafızama kazıyarak
yürürdüm,bir yandan da yumuşak sesiyle anlattığı en küçük ayrıntıları bile ezberlerdim.Bir onun varlığı bir de bulutların altından süzülen bahar güneşinin ışınları ile ısınırdı
içim.Şimdi aynı güneşin altında belki de yıllar sonra soğuk bir ürperti sarıyor
her yanımı.Aynı taşlar,aynı otlar,aynı abbara,aynı kapılar…Zaman tüm
yumuşaklığıyla onları da yıpratmıştı;üzgün ve kırgın bir kalbi yıpratamadığı
kadar.Bir süre yürüdükten sonra kendimi o abbaranın önünde bulmuştum.Güneşten
olabildiğince ışık almaya çalışmasına rağmen birkaç adım sonrası karanlığa
teslim olmuştu.Büyük girişinin karşısında durdum,durdum ve
durdum.Unuttuğumu,yitip gittiğini sandığım onlarca anı saplantı
göğsüme.Üniversitedeyken yaşanmışlıklara ev sahipliği yapan mekanların aradan
onlarca yıl geçmesine rağmen tekrar görüldüğünde insanda şok etkisine sebep
olduğunu ve bilinçaltında saklanan hatıraların tekrar ortaya çıkabildiğini
savunan bir tez okumuştum.O tezi böyle deneyimleyeceğim kimin aklına gelirdi.
Çok mu şey
değişmişti?Yoksa değişim sadece bende miydi?Zarafetle yükselen eski taş beşik
tonozda biten otlar yoktu şimdi.Yerini donuk,hissiz bir sıva almıştı.İnsan
görmek istemediği,çirkin bulduğu şeylere hemen makyaj yapar.Tonoz da nasibini
almış bundan.Unutmak istediklerimizi sıvarız,geçmişle aramıza set çekeriz.Peki
ya kalpte olanlara ne yapabiliriz?Karşımda duran beton basamakların arasından
güçlükle biten otlar gibi özlemlerimiz ve kırgınlıklarımız da kalpten fışkırır
bir şekilde.Güneş bembeyaz bulut kümelerine rağmen tüm samimiyetiyle ışık
saçıyordu abbaranın girişine.Önümdeki siyah takım elbiseli kır saçlı adam ağır
ağır çıkıyordu merdivenleri.Omuzlarındaki yük eğmişti başını sanki.Çevresinden
bihaber kendi dünyasında ilerliyordu.Ürkek ve ağır adımlarla ilk basamağı
çıktım.En küçük bir hatırayı bile hatırlarım diye dikkatle bakındım etrafıma.İlerde
abbaranın sonunda solmuş ışık yerini yerini gün ışığına bırakıyordu yeniden.Sağdaki
koyu eski ahşap kapı tüm mahzunluğu ile selamladı beni.Eski bir dosta bakıyormuşum
gibi hissettim.Üstünde kapı numarası vidalamışlardı: Mavi renkli bir metal
parçası üzerine kocaman bir ‘2’.Oraya hiç ait olmamış ve olamayacak kadar
anlamsızdı.Kapının üstündeki kubbemsi ve yanlarındaki kabartılmış işlemeler ise
zarafetini ve oraya aitliğini yitirmeden zamana meydan okuyorlardı.İçimde bir
burukluk ile vedalaştım eski dostum ile.Vedalaştığım kapı değil de içimden bir
parça,bir yitirmişlikti sanki.Sonraki adımı atmakta tereddüt ettim bir
süre.Etrafta kimse yoktu,takım elbiseli adamın ayak sesleri de yerini araba
kornalarına ve güvercinlerin kanat çırpışlarına bırakmıştı.Beton
basamaklardansa sağdaki taş basamaklardan çıkmaya devam ettim.Betondan oldum
olası haz etmezdim zaten.Solmuş sarı renkli duvar taşlarına dokuna dokuna ilerledim.Taşın
pürüzlülüğünü,nemini hissedebiliyordum. Benim de dahil olmak üzere daha nice
hikayelere tanıklık eden kadim şahitler bu taşlar.Her adımımda yeni bir dünyaya
açılan bir kapı vardı bu abbarada.En sevdiğim yanlarından biri de buydu
sanırım.Üstünde büyük harflerle ‘’ABBARA’’ yazan, koyu renkli ahşap kapının
önünde durdum.Yazı el yazması gibi duruyordu.Kapı eski kalmakla yeni olmak
arasında kalmış gibiydi.Onunla bu kapıya her baktığımızda bilinçsizce büyüsüne
kapıldığını görürdüm.Ama bu aynı kapı değildi artık ve o da yoktu.Geriye şahitleri
olarak ben kalmıştım.Kapının önüne serilen küçük halı geçen gidenlere ‘’Hoşgeldiniz,buyurun’’
der gibiydi.Kırmızı ve beyazın farklı tonlarında işlenmiş,beyaz püskülleri
kirlenmiş tatlı bir halıydı.Soğuk metal tokmağına istemsizice uzandı elim.Kapıyı
kimin açmasını bekliyordum?İçeride beni ne bekliyordu?İçinde bulunduğum boşluğu
giderebilecek birileri var mıydı?Çalamadım
kapıyı.Sağ üst tarafında yeni cilalanmış eski lamba duruyordu hala.Karanlıkta
etrafı saran sarı loş ışığı canlandı anılarımda;şimdi en pahalı ve modern
lambaların asla veremeyeceği bir huzur veriyordu. Kapıya baka baka ilerlerken
arkamdaki tuğlalarla çevrili gri rogar kapağına takıldı ayağım.Yıllar
önce yine takılmıştım ama o zaman düşmeme fırsat kalmadan kolumdan tutmuştu
beni.Rogar kapağı ‘’güven’’
hissini anılarımın derinliklerinden bulup çıkartmıştı.Abbaradan çıkıp iki yanı
evlerle sarılı dar bir sokağa çıktım.Farkettim ki neredeyse gördüğüm her
şey benim için önemli duyguları simgeliyordu,her duygu da bir hatırayı.Okunan
ikindi ezanı ile düşüncelerimden sıyrıldım.Sahi öğle ezanı ne zaman okunmuştu
ki?Kaç saattir burada olduğumu kestiremedim.Acelem de yoktu.Uzun zamandır kendim
için ayırdığım tek gün.Unutmak için kendimi günlük hayatın hızlı akışına
bırakmıştım.İşten başka düşündüğüm bir şey yoktu.Şu an içinde bulunduğum sokak
tüm varlığıyla bastırdığım,bir köşeye attığım eskileri hissettirmeye başlamıştı
bana.Eskiden beraber çıktığımız merdivenler beni tekrar çağırıyordu.İlerde
merdivenlerin sonunda bir duvarı tamir eden işçilerin belli belirsiz sesleri
duyuluyordu.Biraz daha ilerledim.Güneş yakmamasına rağmen alınlarında boncuk boncuk
terler birikmişti.Aralarından biri işçi olamayacak kadar havalı görünüyordu.Kaliteli
siyah haki yaka gömleği,koyu renk lacivert pantolonu ve siyah güneş gözlüğü ile
(önündeki metal merdivenden çıkmış olacak ki) yüksekçe bir duvarın üstünden
hararetle,işçileri güldüren bir şeyler anlatıyordu.Yaklaştıkça konuşmalarını
daha net duymaya başlıyordum.Sol taraftaki iki katlı evin balkonundan bir amca arada onlara katılıyordu.Eski belediyenin bu sokaklara hiç özen
göstermediğinden ve yeni belediyenin de gündüz ağaç dikip geceleri de onları
söktüğünden bahsediyorlardı.Yanlarından geçerken bakışlarının bana odaklandığını
hissedebiliyordum.Sola sapıp merdivenleri çıkmaya devam ettim.Karşımda görkemli
bir şekilde bir evin duvarı ile adeta bütünleşmiş bir şekilde iki koldan yükselen
asma gövdeleri vardı.Evin terasında birleşip altında yazın tüm ailenin yemeğini
yiyip ardından çayını içebileceği bir muhabbet mekanı oluşturmuştu.Özlediğim
samimi ortamlardan biriydi orası.Yol o evden ikiye ayrılıyordu.Duyduğum çocuk
sesleri ile içgüdüsel olarak sol tarafa döndüm.Yine duvarından ağaç dallarının
yükseldiği iki katlı bir evin dibinde oyun oynuyorlardı.Büyüğü kısa mavi bir
etek,üzerinde gözlüklü bir kadın figürünün olduğu bir t-shirt giymişti.Kalın
giyindiğim halde üşüyordum ben.Yaşlılığın getirilerinden biri olsa gerek.Küçük
kız at kuyruğu yaptığı siyah uzun saçlarını savurarak koşuyordu.Onlarda
geçmişimi kendimde de onların geleceğini gördüm adeta.Koşarak hızla
uzaklaştılar.Modern bir kentten buraya gelen her insan aslında sokağın ne
olduğunu elbette anlayacaktır.Yer yer daralan ve genişleyen,sürekli kollara
ayrılan bazen de çıkmaz sokaklara bürünen Mardin sokakları kentli insanın
özlemini duyacağı güzelliklerle dolu.Tam karşımdaki evin terasında bir aile
oturmuş akşam güneşinin keyfini çıkarıyor olacaklar ki kahkaha seslerini
duyabiliyordum.Eskiden sıcak sahlep içtiğim,onunla muhabbet ettiğim bu sokaklar
şimdi başka insanların bir şeyler paylaştığı yerler olmuştu.Çoğu kapının
üstünde hala her aileye özgü taş kabartmaları vardı.Kimisinde çam
ağacı,kimisinde de ağaç yaprağı figürü vardı.Bunlar mekanı kendine has kılan
etmenlerdi.Üstünde yonca yaprağı olan kapıyı çalıp kaçışımızı hatırladım.Kapıyı
kimse açmamıştı sanırım ama yine de korkup koşmaya başlamıştık.Sokağın solunda
kırmızı şallı,tatlı,lacivert sırt çantalı kızın üzerine kollarını dayayıp defterine bir şeyler çizdiği
duvara kadar nefes nefese koşmuştuk.Oradan ovaya savrulan bulutları ile sevdayı
kuşanmış Mezopotamya karşılamıştı bizi. Heyacanımıza ortak olmak istermiş gibi
kollarını açmıştı bize.Duvarın dibinde şimdi solmuş birkaç papatya ve kırmızı
çiçekler vardı.Koparılıp solmaları yetmezmiş gibi bir de kız onları ezip yoluna
devam etti.Söyleyecek söz bulamıyorum o hissettiklerimi açıklamak için.Önünde
küçük bir bahçe olan renkli desenli evin oradan geçip ana caddeye çıkan sokağa
girdim.Geçen arabaları,karşıdaki çay bahçelerini görebiliyorum artık.Dibinde
durduğum evlerden birinin taş işlemeleri gölgede kalarak bir insan yüzü silüeti
oluşturuyordu.Bulutlar pamuktan yapılmışçasına doldurmuştu gökyüzünü.Hep gidip
terasınsa çay içmek istediğimiz ama kapalı olan eski PTT binası üniversitenin
uygulama oteli olarak hizmet veriyormuş şimdi.Artık gidebilirdim oraya.Girişin
karşısında bir merdiven karşıladı beni.Çıktığım her adımda yalnız olmadığımı hissediyordum.Merdiven
iki kola ayrılıyordu.Sağdan devam ettim.Her adımımda yanımdaydı artık
biliyordum.Teras olabildiğince yemyeşil ovaya bakıyordu.Siyah sandalyelerden
birine oturdum ve ne içmek istediğimi soran güzel hanımdan iki çay istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder