13 Nisan 2016 Çarşamba

Kaçış

Büyülenmiş bir halde dururken abbaranın karşısında, arkadan gelen "miyav" sesi ile irkildim. Arkamda, sağımda ve solumda olmak üzere toplamda beş kedi üzerime doğru yürümeye başlamıştı. Kendimi ya abbaraya atıp kaçmaya başlayacaktım ya da o keskin tüylerini, saldırgan patilerini, kıvrak ve sinsi bedenlerini üzerimde hissetmeyi kabullenecektim. Bunu asla göze alamazdım ve can havli ile attım kendimi abbaranın içinde bulunan dik ve sorunlu merdivenlerine. Koşarak ilerlerken rögar kapağına takılıp düşmem ile aslında nasıl bir yerde olduğumun farkına vardım. Başımı kaldırdığımda karşımda iki eski ahşap kapı , solumda paslanmış demir bir kapı, etrafımda yükselen duvarlar bulunuyordu. Karşı duvarın üzerinde sanki unutulmaya yüz tutmuş saksılar bulunmaktaydı. Dar ve yüksek taş duvarlarla çevrili sokakta dikkatimi dağıtan ufak bir sorun vardı. Karşımda duran  iki kat yüksekliğindeki duvarda, o güzelim iki eskimiş ahşap kapı arasında bulunan su borusu... "Orada parazit gibi durmasaydın keşke !"  Rögardan gelen koku ile fazla duramadan devam ettim yoluma. Ve bir tane daha rögar..
      Arkama dönüp baktığımda gökyüzünde bulutların arasında saklanmış olan güneş, gözlerimi kamaştırıyordu. Kedileri çoktan unutmuştum bile. Kendi iç dünyamda geziniyor gibiydim. Kendi içimdeki duvarların, sınırların üzerinde duran umut gibiydi, gözlerimi kamaştıran güneş. Var ama saklı..
     Basamakları betonla kapatılmış merdivenin sol tarafında kalan boşluktan sola doğru ilerledim. Üst basamaklara çıktıkça etrafımdaki duvarları aşmaya ve yeşil ile kahverengi renklerinin buluştuğu Mezopotamya' yı görmeye başladım. Dalıp giderken beni benden alan su boruları tekrar iş başındaydılar. Bu defa tam da sağ yanımda duran duvarın üzerindeydiler. Artık algılarım sadece su borularına odaklanmış gibiydi. Borulardan sonra gözlerim tellere, demirlere, kablolara, sokak lambalarına takılmaya başladı. Artık ne kediler ne duvarlar ne de sokaklar dikkat çekiciydi. Bu büyüleyici manzaralar içerisinde dikkatimi dağıtan, odağımı değiştiren; kablolar, su boruları, lambalar vardı. Etkilemekten ziyade ürkütmek ile meşgullerdi beni.
     Allah'ım! işte bir tane daha, bu defa daha farklı sanki, duvarı delmiş geçmiş gibi içine dökülen her şeyi sokağa kusmak istercesine duran bir küçük borucuk..
     İlerlerken solda,yaklaşık omuzlarıma kadar uzanan bir istinat duvarı, sanki "bana yaslan ve şu güzel Mezopotamya'ya bırak kendini" der gibi duruyordu. Odaklanmışken yeşiline, tekrar odağımı dağıtan su boruları, su depoları, antenler, elektrik direkleri, kablolar.. Fazlaca rahatsız olmaya başlamıştım. Yoksa ben mi abartıyordum? bilemiyordum. Aşağı doğru ilerlerken soba boruları da çıkmaya başlamıştı karşıma hem de sanki karşı bina ile bir ilişki kurmak istercesine uzanıyorlardı. Sola doğru devam ederken ana caddeye çıktığımı fark ettim. Solumda koca bir bina duruyordu, tabi etrafını saran borular ve teller ile beraber. Merdivenlerinden yukarı doğru çıkarken finale yaklaşıyor gibi hissediyordum. Ve işte karşımda çok net bir şekilde gözüme takılan teller, borular, depolar olmadan MEZOPOTAMYA.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder