14 Nisan 2016 Perşembe

Tarihte Yolculuk


                                        

Mekana ulaşmamızın hemen ardından ezan sesi yankılanmaya başladı. Ezan sesine eşlik eden kuş sesleri.. Mekanda bizi beklermiş gibi duran bir eşek.. Amansızca yerden bir şeyler yemeye çalışıyor. Sonra sahibi geliyor, eşeğe yükünü koyuyor eve sahibinin ona hadi yürü anlamındaki hafif bir ayak hareketinden sonra taş evlerin arasından uzaklaşıyor. Eşeğin her bir adımda üzerindeki çıngıraklardan gelen sesler kuşların sesi ve kanat çırpışı ile adeta Mozar'tan bir beste çalıyordu :) Cumbalı ev ve Tatlıdede Butik Oteli. İkisi de tarih kitabının sayfasından fırlamış gibi.Dar  sokak boyunca yürürken buradaki taş yapıların arasında adeta yüzlerce yıl geriye gittim. Bende artık o tarihin bir parçası idim sanki. Tarihteki bu tatlı yolculuğa başlarken karşıdan gelen yaşının da vermiş olduğu yorgunlukla beli iki büklüm olan yaşlı teyze bu tarihin tozlu sayfaları arasında gezinirken benimde bir gün yaşlanacağımı hatırlattı. Derken taştan dünyada yoluma devam ettim.Sağa döndüm. Artık beni uzun bir merdiven yolculuğu bekliyordu. Bu merdivenlerden inmek kendimi topla gibi hissettiriyordu. Çünkü basamak genişliği bir adım için fazla uzundu. Gelen çocuk sesleriyle birlikte arkama baktım ve üç metreyi aşan bahçe duvarının üzerinde gezinen 10-12 yaş arası çocukları gördüm. Korkusuz bir şekilde adeta bir cambaz gibi bu taş yığının üzerinde rahat bir şekilde yürüyorlardı. Anlaşılan onarın yerine korkan bendim. Ve bu korku hepimiz için yeterdi.  Gözyüzündeki beyaz renki bulutlar sanki  kara bulutlara nöbetini devrediyordu. Rüzgar hafiften esmeye başlamıştı. Rüzgar beraberinde yemek kokularını da getiriyordu. Daha dikkatli bir şekilde kokladığımda içli köfte olduğunu fark ettim. Ne de çok özlemişim. Olsa da yesek hani.  Dağılan dikkatimi tekrar bu merdivenli sokak üzerinde yoğunlaştırmaya çalışıyorum .  Dikkat ettiğim bir şey var! Zemin kattaki evlerin penceresindeki kalın siyah demir parmaklıklar. Bir an kendimi koğuşta hissettim. Bu kalın demir parmaklıklar zaten sessiz olan bu sokağa aynı zamanda bir soğukluk katıyordu.  Merdivenlerden aşağıya indiğimde yolun ikiye ayrıldığını gördüm. Yolun bir ucu  düz bir şekilde devam ederken sola kıvrılan ucu buz mavisi bir kapının badigartlığını yaptığı bu ön kısımdaki cepheye ahşap küçük bir pencerenin işlik ettiği iki katlı bir yapı. Bu çıkmaz sokağa kıvrılan yolda sol kolun üzerindeki ev dikkatimi çekti.  Baya bakımlı bir yapı. Ahşap ve cevizden yapıldığını düşündüğüm kapıyı muazzam bir kemer çevreliyor. Taş kesimi bunların özenle yerleşimi. Okuduğum bölümünde etkisiyle yük aktarımı geliyor aklıma. Dikkatimi çeken bu yapıya yakınlaştığımda ilginç bir kapı tokmağı görüyorum. Demir tokmak gördüklerim arasında form itibari ile diğerlerinden ayrılıyordu. Yassı bir gövde uç kısmında bir ördek başı ve yukarı kısmında bu yassı gövdeye bir şekilde uzanan horoz tüyleri.  Büyülenmiş bir şekilde binayı tam kadrajdan görmek amaçlı geriye doğru adım atarken merdivenleri hesaba katmamakla birlikte nerdeyse ucu bucağı yokmuş gibi görünen merdivenlerden yuvarlanmam an meselesi olacaktı. Bu sefer daha dikkatli bir şekilde binadan uzaklaştım ve bina artık tamamen kadrajımdaydı.Üç katlı olan bu yapıda her kat bir üstteki katın terasını oluşturmaktaydı. Birden burada yaşama hayali bile kurdum. Ancak kirayı da akla getirince usulca ordan uzaklaştım.  Sarı t-shirtlü bir çocuk gördüm merdivenin devamında. Ana rahmindeki gibi dizlerini karnına çekmiş, başını dizlerinin üzerine koymuş ve kolları ile de başını çevrelemişti.  çocuğun yanına yaklaşıp 'ablacım neyin var ' dememe aldırış etmeden ağlamaya devam  etti. Sonrasında bu ağlama sesini annesinin 'Gel buraya! Gel ulan! Gel yine seni döveceğim' sesleri takip ediyordu. Anne aynı zamanda kahverengi kapının önünde durmuş başka bir kadına dert yanıyordu. Birkaç basamak daha indiğimde bu uzun merdivenlerin arasında yapılmış bir sahanlıkta duruyor ve gördüklerimi not alıyordum. Şiddetlenen rüzgarla birlikte güçlü taş duvarların arasından cılız gövdesiyle adeta bende buradayım, bakın neler başardım, kocaman bir taş parçasının arasında kendime yasam buldum diyen otların salınımı eşlik ediyor. Rüzgar gittikçe şiddetleniyor. O gün açık bıraktım dalgalı koyu kahverengi saçlarım gözümün önüne geliyor, not almama engel oluyordu. Tamda saçımı elimle kulaklarımın arkasına doğru koyarken  zemindeki bir yazı dikkatmi çekiyor. Daha öncede duvarlarda görüğüm mavi sreyli yazılardan bir tane daha. Bu sefer daha büyük bir puntoda. Adeta her yerde ben varım diyor. Zeminde de olmanın verdiği azizlikle adeta zaman aşımına uğramıştı. İlk günkü netliğinde olmasa da hala okunabilecek halde. Dikkatli bir şekilde baktığımda 'SEX' yazdığını gördüm hafifçe tebessüm ettim. 'eminim bunlar eda ve zeynep hocanın hoşuna gider. Yazının hemen yanında yere sirkelenen sofradan düşen yumurta kabukları ve zeytin çekirdekleri. Anlaşılan burada oturan insan çevreye karşı pek bi duyarlı.  Sonrasında kafamı kaldırıp kat edeceğim mesafeye baktığımda alçak yığma duvarların üzerinden görünen Mezopotamya ovası ben burdayım diye haykırıyor. Yeşilin ve mavinin en güzel renklerinin bir arada bulunduğu yerlerden. artık sahanlıktan ayrılma ve merdivenlere devam etme vakti. Merdivenden aşağıi ndikçe burada bulanan taş evlerin yukarıda kalan evlere nazaran daha bakımsız olduğunu görüyodru. Bu kadar kısa bir mesafede bu kadar keskin bir hat olmamalıydı. En basitinden sahanlığın bulunduğu yerden girişi olan yapı. Yapının girişinde muntazam bir ta içşiliği var. Dikdörtgen kapının etrafında yine aynı formu takp eden zarif bir taş işlemeciliği. ayrıca bu işemenin üzerinden gecen kemer şeklindeki ikinci bir süsleme her iki kısımda iki ayrı dışarı yarım daire şeklinde kabartmalı sütunlara oturuyordu. O kadar özenilerek yapılmış ki sanki bi tapınağı anımsatıyordu. Sokağın büyüsü birden bozulmuştu. Solda kalan yapının dışarıya konsol yapmış balkonun üstüne oldukça eskimiş bir sarı tente vardı. Hem o kadar eski bir o kadar da sanki oraya emanet gibi ince demir profillerin üzerine  konulmuş. Belli ki bu durumdan o da hoşnut değil. yerinden çıkan vida yüzünden rüzgarla birlikte gıy gıy sesler çıkarıyordu. Bitişiğindeki yapının da pek bir farkı yoktu. Dışarıdan giriş kapısına kadar uzanan merdiven artık eski görevini yapamıyor gibiydi. Emekliye ayrılma vakti gelmişti. Merdivenin altındaki betonlar dökülmüş ortaya çıkan demirler ise o kadar paslanmıştı ki artık pasları dökülüyordu. Merdivene destek amaçlı yapılan kolonda yosun tutmuştu. Derken kapı açıldı ve elinde bastonu olan yaşlı bir teyze dışarıya çıktı ama hareket etmiyordu. Belli ki içeriden birileri daha çıkacaktı. İkinci bir teyze de çıktıktan sonra yaşlı teyze hem bastonundan yardım alarak hem de kendine bile bi hayrı olmayan merdivenin cılız parapetlerine tutunarak aşağı indi. Sonrasında merdivenlerden yukarı çıkarken aynı destek olayını bu sefer duvarlardan tutunarak yaptı.  Bu aşağıya uzanan merdivenlerin sol yanında bakımsız yapılar varken sağ tarafında ise insanın bel hizasına gelen yığma duvarlar örülü yeni bir sahip bekleyen çöplük olarak kullanılan ama buna direnip baharla içerisinden otların fışkırdığı bir mekan var. merdivenin tam karşısına baktığımda bakkalı görüyorum. Kendine gölgelik amaçlı yaptığı örtü sayesinde orayı da mekansallaştırmış. Merdivenlerden aşağı inerken su sesi duyuyorum. Sese doğru ilerledikçe orada bir çeşme olduğunu fark ediyorum. Su sesini duymasam orada bir çeşme olduğunu bilmezdim herhalde. Merdivenin sağ kısmında devam eden kısa boylu yığma duvarlardan biri sandım.  Çeşmenin merdivenin olduğu kısma sırtını dönmesi de onu algılayamamdaki en büyük etkenlerden. Çeşmeden akan suya bakmak amaçlı oraya yöneldiğimde bir kadın orada balık temizliyordu. Ben fotoğraf çekerken kadın oradan uzaklaştı. Bunu fırsat bilen iki kedi oraya geldi. Biri gözcülük yaparken öteki de balıklara doğru bir hamle yaptı. Bunu gören kadın hemen kedinin üzerine doğru atılarak kediyi ordan kaçırmayı başardı. Çeşmenin oradan ayrılıp merdivenlerden yukarıya çıkarak bakkala doğru ilerledim. Sağ tarafta bulunan yapı her ne kadar yaklaşık iki metre olasa da sahibi herhangi birinin oradan atlama ihtimaline karşılık duvar boyu kırık camlar yerleştirmiş. Merdivenlerden çıktıktan sonra bakkala ulaştım. Bakkal içeriden dışarıya taşıdığı eşyaları ile dışarıyı işgal etmişti. Üstü örtülü o mekandan ayrıldıktan sonra sağ tarafta Mezopotamyayı izleyebileceğimiz açık bir mekana çıktık.Yapılar altta kalıyordu. VE bulunduğumuz döşemenin sağ kısmında duvarlar yoktu. Onun yerine demirlerden yapılmış paralel kenar şeklindeki sırasıyla sarı ve siyah plakaların yer aldığı bir korkuluk karşıladı bizi. Mezopotamya artık ayaklarımızın altında !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder