Mekana ulaşmamızın hemen ardından ezan sesi yankılanmaya
başladı. Ezan sesine eşlik eden kuş sesleri.. Mekanda bizi beklermiş gibi duran
bir eşek.. Amansızca yerden bir şeyler yemeye çalışıyor. Sonra sahibi geliyor, eşeğe
yükünü koyuyor eve sahibinin ona hadi yürü anlamındaki hafif bir ayak
hareketinden sonra taş evlerin arasından uzaklaşıyor. Eşeğin her bir adımda
üzerindeki çıngıraklardan gelen sesler kuşların sesi ve kanat çırpışı ile adeta
Mozar'tan bir beste çalıyordu :) Cumbalı ev ve Tatlıdede Butik Oteli. İkisi de
tarih kitabının sayfasından fırlamış gibi.Dar sokak boyunca yürürken buradaki taş yapıların
arasında adeta yüzlerce yıl geriye gittim. Bende artık o tarihin bir parçası idim
sanki. Tarihteki bu tatlı yolculuğa başlarken karşıdan gelen yaşının da vermiş
olduğu yorgunlukla beli iki büklüm olan yaşlı teyze bu tarihin tozlu sayfaları
arasında gezinirken benimde bir gün yaşlanacağımı hatırlattı. Derken taştan
dünyada yoluma devam ettim.Sağa döndüm. Artık beni uzun bir merdiven yolculuğu
bekliyordu. Bu merdivenlerden inmek kendimi topla gibi hissettiriyordu. Çünkü
basamak genişliği bir adım için fazla uzundu. Gelen çocuk sesleriyle birlikte
arkama baktım ve üç metreyi aşan bahçe duvarının üzerinde gezinen 10-12 yaş
arası çocukları gördüm. Korkusuz bir şekilde adeta bir cambaz gibi bu taş
yığının üzerinde rahat bir şekilde yürüyorlardı. Anlaşılan onarın yerine korkan
bendim. Ve bu korku hepimiz için yeterdi.
Gözyüzündeki beyaz renki bulutlar sanki kara bulutlara nöbetini devrediyordu. Rüzgar
hafiften esmeye başlamıştı. Rüzgar beraberinde yemek kokularını da getiriyordu.
Daha dikkatli bir şekilde kokladığımda içli köfte olduğunu fark ettim. Ne de
çok özlemişim. Olsa da yesek hani. Dağılan
dikkatimi tekrar bu merdivenli sokak üzerinde yoğunlaştırmaya çalışıyorum
. Dikkat ettiğim bir şey var! Zemin
kattaki evlerin penceresindeki kalın siyah demir parmaklıklar. Bir an kendimi
koğuşta hissettim. Bu kalın demir parmaklıklar zaten sessiz olan bu sokağa aynı
zamanda bir soğukluk katıyordu.
Merdivenlerden aşağıya indiğimde yolun ikiye ayrıldığını gördüm. Yolun
bir ucu düz bir şekilde devam ederken
sola kıvrılan ucu buz mavisi bir kapının badigartlığını yaptığı bu ön kısımdaki
cepheye ahşap küçük bir pencerenin işlik ettiği iki katlı bir yapı. Bu çıkmaz
sokağa kıvrılan yolda sol kolun üzerindeki ev dikkatimi çekti. Baya bakımlı bir yapı. Ahşap ve cevizden
yapıldığını düşündüğüm kapıyı muazzam bir kemer çevreliyor. Taş kesimi bunların
özenle yerleşimi. Okuduğum bölümünde etkisiyle yük aktarımı geliyor aklıma.
Dikkatimi çeken bu yapıya yakınlaştığımda ilginç bir kapı tokmağı görüyorum.
Demir tokmak gördüklerim arasında form itibari ile diğerlerinden ayrılıyordu.
Yassı bir gövde uç kısmında bir ördek başı ve yukarı kısmında bu yassı gövdeye
bir şekilde uzanan horoz tüyleri.
Büyülenmiş bir şekilde binayı tam kadrajdan görmek amaçlı geriye doğru
adım atarken merdivenleri hesaba katmamakla birlikte nerdeyse ucu bucağı yokmuş
gibi görünen merdivenlerden yuvarlanmam an meselesi olacaktı. Bu sefer daha
dikkatli bir şekilde binadan uzaklaştım ve bina artık tamamen kadrajımdaydı.Üç
katlı olan bu yapıda her kat bir üstteki katın terasını oluşturmaktaydı. Birden
burada yaşama hayali bile kurdum. Ancak kirayı da akla getirince usulca ordan
uzaklaştım. Sarı t-shirtlü bir çocuk
gördüm merdivenin devamında. Ana rahmindeki gibi dizlerini karnına çekmiş,
başını dizlerinin üzerine koymuş ve kolları ile de başını çevrelemişti. çocuğun yanına yaklaşıp 'ablacım neyin var '
dememe aldırış etmeden ağlamaya devam etti. Sonrasında bu ağlama sesini annesinin 'Gel
buraya! Gel ulan! Gel yine seni döveceğim' sesleri takip ediyordu. Anne aynı
zamanda kahverengi kapının önünde durmuş başka bir kadına dert yanıyordu. Birkaç
basamak daha indiğimde bu uzun merdivenlerin arasında yapılmış bir sahanlıkta
duruyor ve gördüklerimi not alıyordum. Şiddetlenen rüzgarla birlikte güçlü taş
duvarların arasından cılız gövdesiyle adeta bende buradayım, bakın neler
başardım, kocaman bir taş parçasının arasında kendime yasam buldum diyen
otların salınımı eşlik ediyor. Rüzgar gittikçe şiddetleniyor. O gün açık
bıraktım dalgalı koyu kahverengi saçlarım gözümün önüne geliyor, not almama
engel oluyordu. Tamda saçımı elimle kulaklarımın arkasına doğru koyarken zemindeki bir yazı dikkatmi çekiyor. Daha
öncede duvarlarda görüğüm mavi sreyli yazılardan bir tane daha. Bu sefer daha
büyük bir puntoda. Adeta her yerde ben varım diyor. Zeminde de olmanın verdiği
azizlikle adeta zaman aşımına uğramıştı. İlk günkü netliğinde olmasa da hala
okunabilecek halde. Dikkatli bir şekilde baktığımda 'SEX' yazdığını gördüm hafifçe
tebessüm ettim. 'eminim bunlar eda ve zeynep hocanın hoşuna gider. Yazının
hemen yanında yere sirkelenen sofradan düşen yumurta kabukları ve zeytin
çekirdekleri. Anlaşılan burada oturan insan çevreye karşı pek bi duyarlı. Sonrasında kafamı kaldırıp kat edeceğim mesafeye
baktığımda alçak yığma duvarların üzerinden görünen Mezopotamya ovası ben
burdayım diye haykırıyor. Yeşilin ve mavinin en güzel renklerinin bir arada
bulunduğu yerlerden. artık sahanlıktan ayrılma ve merdivenlere devam etme
vakti. Merdivenden aşağıi ndikçe burada bulanan taş evlerin yukarıda kalan
evlere nazaran daha bakımsız olduğunu görüyodru. Bu kadar kısa bir mesafede bu
kadar keskin bir hat olmamalıydı. En basitinden sahanlığın bulunduğu yerden
girişi olan yapı. Yapının girişinde muntazam bir ta içşiliği var. Dikdörtgen
kapının etrafında yine aynı formu takp eden zarif bir taş işlemeciliği. ayrıca
bu işemenin üzerinden gecen kemer şeklindeki ikinci bir süsleme her iki kısımda
iki ayrı dışarı yarım daire şeklinde kabartmalı sütunlara oturuyordu. O kadar
özenilerek yapılmış ki sanki bi tapınağı anımsatıyordu. Sokağın büyüsü birden
bozulmuştu. Solda kalan yapının dışarıya konsol yapmış balkonun üstüne oldukça
eskimiş bir sarı tente vardı. Hem o kadar eski bir o kadar da sanki oraya
emanet gibi ince demir profillerin üzerine konulmuş. Belli ki bu durumdan o da hoşnut değil.
yerinden çıkan vida yüzünden rüzgarla birlikte gıy gıy sesler çıkarıyordu.
Bitişiğindeki yapının da pek bir farkı yoktu. Dışarıdan giriş kapısına kadar
uzanan merdiven artık eski görevini yapamıyor gibiydi. Emekliye ayrılma vakti
gelmişti. Merdivenin altındaki betonlar dökülmüş ortaya çıkan demirler ise o
kadar paslanmıştı ki artık pasları dökülüyordu. Merdivene destek amaçlı yapılan
kolonda yosun tutmuştu. Derken kapı açıldı ve elinde bastonu olan yaşlı bir
teyze dışarıya çıktı ama hareket etmiyordu. Belli ki içeriden birileri daha
çıkacaktı. İkinci bir teyze de çıktıktan sonra yaşlı teyze hem bastonundan
yardım alarak hem de kendine bile bi hayrı olmayan merdivenin cılız
parapetlerine tutunarak aşağı indi. Sonrasında merdivenlerden yukarı çıkarken
aynı destek olayını bu sefer duvarlardan tutunarak yaptı. Bu aşağıya uzanan merdivenlerin sol yanında
bakımsız yapılar varken sağ tarafında ise insanın bel hizasına gelen yığma
duvarlar örülü yeni bir sahip bekleyen çöplük olarak kullanılan ama buna
direnip baharla içerisinden otların fışkırdığı bir mekan var. merdivenin tam
karşısına baktığımda bakkalı görüyorum. Kendine gölgelik amaçlı yaptığı örtü
sayesinde orayı da mekansallaştırmış. Merdivenlerden aşağı inerken su sesi
duyuyorum. Sese doğru ilerledikçe orada bir çeşme olduğunu fark ediyorum. Su sesini
duymasam orada bir çeşme olduğunu bilmezdim herhalde. Merdivenin sağ kısmında devam
eden kısa boylu yığma duvarlardan biri sandım.
Çeşmenin merdivenin olduğu kısma sırtını dönmesi de onu algılayamamdaki
en büyük etkenlerden. Çeşmeden akan suya bakmak amaçlı oraya yöneldiğimde bir
kadın orada balık temizliyordu. Ben fotoğraf çekerken kadın oradan uzaklaştı.
Bunu fırsat bilen iki kedi oraya geldi. Biri gözcülük yaparken öteki de
balıklara doğru bir hamle yaptı. Bunu gören kadın hemen kedinin üzerine doğru
atılarak kediyi ordan kaçırmayı başardı. Çeşmenin oradan ayrılıp merdivenlerden
yukarıya çıkarak bakkala doğru ilerledim. Sağ tarafta bulunan yapı her ne kadar
yaklaşık iki metre olasa da sahibi herhangi birinin oradan atlama ihtimaline
karşılık duvar boyu kırık camlar yerleştirmiş. Merdivenlerden çıktıktan sonra
bakkala ulaştım. Bakkal içeriden dışarıya taşıdığı eşyaları ile dışarıyı işgal
etmişti. Üstü örtülü o mekandan ayrıldıktan sonra sağ tarafta Mezopotamyayı
izleyebileceğimiz açık bir mekana çıktık.Yapılar altta kalıyordu. VE
bulunduğumuz döşemenin sağ kısmında duvarlar yoktu. Onun yerine demirlerden
yapılmış paralel kenar şeklindeki sırasıyla sarı ve siyah plakaların yer aldığı
bir korkuluk karşıladı bizi. Mezopotamya artık ayaklarımızın altında !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder