Çok çok eski
zamanlarda mezopotamyanın bir köyünde emekli bir terzi yaşarmış. Bu yetenekli adamın
4 tane işe yaramaz hiçbir işte dikiş tutmayan oğlu varmış. Gel zaman git zaman
bir dönem ovada yağmur yağmaz olmuş ekinler yetişmez olmuş. Ovanın bütün
köyleri bu buhrandan çok kötü etkilenmiş ve yiyecek ekmekleri dahi kalmamış. O
dönem Mardinin Azizi çok miktarda buğday depolamış olduğu için bütün köylüler
oraya akın etmişler. Mardine insanların akın etmesiyle güvenlik en alt seviyeye
inmiş ve hırsızlık gibi suçlar birden artmış. Bunun üzerine kral giriş ve
çıkışları kontrol etmek için bu her tarafı açık medeniyet kentine 4 tane kapı
yapmış. Kapılar o dönemin en iyi kapı ustaları tarafından yıllanmış ceviz
ağacından yapmışlar. Diyarbakır kapı, Yeni kapı, Savur kapı ve Şıvat kapı olmak
üzere. D. Bakır kapı yüklerin arabaların ve kervanların girebilmesi için geniş
yapılmıştı ve adeta bir kale kapısını andırıyordu. 40 asker dev kütükle bile
zor açardı o kapıyı. Çünkü buğdayın büyük bir bölümü orada yapılmış silolarda
korunuyordu. Devrin en iyi muhafızları tarafından korunuyordu. Kapının üzerinde
Mardin azizini yücelten yazılar ve Allah ın birliğini ve dirliğini öven sufi
yazılar en iyi ustalar tarafından oyulmuştu. Savur kapı ve Şıvat kapısı da aynı
şekilde ve daha küçük yapılmışlardı. Bu kapılar ovadan gelen insanların
kullandığı kapılardı. Yeni kapısı ise sadece kral yardımcıları ve ailesinin
kullandığı kapıydı. Bu kapının etrafında gezinmek bile suç teşkil ediliyordu.
Bu kapı bir tonozdan oluşuyordu ve tonozun her iki tarafına büyük iki kapı
yapılmıştı. Eskiden de orada bir kapı varmış ve kral insanlara buradan hitap
ediyordu. Daha yeni ve güçlü iki kapı yapıldığı için buna yeni kapı demişler.
Diğer taraftan köylüler büyük bir itiş kalkışla ve izdihamla buğday almak için
kapılara koşuyorlardı.
Emekli terzi
çocukları her ne kadar tembel olsalar da onları çok seviyordu ve hiçbir işte
çalıştırmıyordu. Ama kendisi çok yaşlı olduğu için ve kıtlık onları aç sefil
bıraktığı için çocuklarını buğday almaları için Mardine gönderir. Onları
göndermeden önce onları iyice tembihler
ve onlara yayında götürmeleri biraz para ve eski asil çocuklarının giydiği
tuğralı birer elbise diktirir çantalarına koyar ve onları öyle uğurlar. Ayrıca
o elbiseyi şehre girmeden önce giymelerini söyler ki kimse onlara karışmasın.
Emekli terzi önceden orduda savaşan askermiş aynı zamanda terziliği sevdiği
için kendisi ve arkadaşları için elbiseler dikermiş. Komutan bunu görünce onu
asker üniforması yapması için görevlendirmiş ve o günden sonra askerler için
elbise dikermiş hatta çok yetenekli olduğu için tuğraları falan sadece o
yapabilirdi. Derken 4 kardeş kendilerini yolda görmüşler. Su sen falansın sen
filansın demez elmayı da büyütür dikeni de. Yani dört kardeş birbirine hiç
benzemiyorlar. Büyük kardeş her zaman babasının lafını çok iyi dinlerdi. Ondan
küçük kardeş çok zeki olmasına karşın aklını hep boş işlerde kullanır başını
belaya sokar. Diğer iki küçük kardeş de çok tezat ki çapkındırlar ve önlerine
her gelen kıza takılırlar eğlenirler. Neyse bunlar uzun ve yorucu bir akşamın sonunda
Mardine varırlar. Büyük oğlan babalarının dediği üzere D.bakır kapıdan girmek
için yol alır ama kardeşleri onu dinlemez ve yorgun olduklarını mazeret ederek
bir handa geceyi geçirmek isterler. Küçük iki kardeş kralın kızının güzelliğini
görmek için Yeni kapıya giderler ama umduklarını bulamazlar. Muhafızlara kralın
kızını görmek istediklerini söylerler tabi muhafizlarda onları tutuklar ve
nezarethaneye atarlar. İki deli çocuk başlarına büyük bela almışlar öylece.
İkinci oğlan ise babalarının onlara verdiği parayla buğday alıp kapı önünde
içerde buğday bitti diye karaborsacılık yapmaya başlamış. Bu da babasının
söylediklerini unutmuş ve sonunda muhafızlar tarafından nezarethaneye
atılmıştır. Büyük oğlan ise babasının söylediklerini aynen uygulamış yanında
getirdiği soylu üniformasını giymiş ve Diyarbakır kapıdan içeriye girmeye
çalışmıştır. Bunu gören kapının yanındaki aç hırsızlar soylu görünümlü büyük
oğlana ‘Şimdi onda ne paralar vardır’ diye saldırmışlar.Aralarında kavga çıkmış
ve oğlan cebindeki birkaç kuruşu vermemek için hırsızlara karşı direnmiş. Daha
sonra hırsızlar tarafından aldığı bıçak darbesiyle yere yığılmış. Onu derhal
sağlık ocağına götürmüşler. Daha sonra durumu kötü olduğu için askeriyedeki
revire getirirler. Burası krala bağlı devlet işlerinin yürütüldüğü bir
binaymış. Revağın olduğu yerde dar ağacı kuruluyormuş. Aşağıda nezarethane
varmış. Suçlular Üst katta mahkemede yargılanıyor idam kararı çıkanlar revağın
altında herkese ibret olsun diye idam ediliyor. Daha sonra onları kör kuyulara
atıyorlar. Dar ağacı parçaları üçgen bir şeydir ve gerektiğinde takılıp
sökülüyor. Üst katın avlusundaki yapı ise revir olarak kullanılıyor. Doktor
durumu çok ağır olan çocuğu görünce onu hemen ameliyathaneye almak istedi ama
çocuk ölmek üzereydi. Doktor çocuğun omzundaki tuğrayı görünce çok şaşırdı ve
bunun ona kimin verdiğini söyledi. Çünkü bu üniformayı sadece en yakın arkadaşı
o terzi yapabilirdi ve oda emekli olmuştu. O adamın oğlu şimdi ölmek üzere ve
babasının arkadaşına bakarak ‘babam verdi’ diyebildi zorla. Sonra kardeşlerini
sordu doktora onların başına ne geldiklerini öğrenmek istedi. Doktor şok
olmuştu adeta. Yapabildiği tek şey omzundaki tuğrayı öpmek oldu. Kardeşlerini
bulmak için dışarı çıktı ve bir polise olanları anlatmaya çalışırken büyük
oğlan içerde son nefesini veriyordu. Polis doktora dün akşam üç gencin
nezarethaneye geldiklerini ve sabah yargılandıktan sonra dar ağacında idam edildiklerini
söyleyince doktor mecnuna dönüyor ve onların atıldıkları kuyuya gelip ağlamaya
başlıyor. O kadar ağlıyor ki kuyu onun göz yaşlarıyla dolup taşıyor. Sonra
diğer kuyulara kaynaklar su vermeye başlıyor. Böylece ova halkı kıtlıktan kurtuluyor. Ova toprakları o günden sonra gözyaşıyla
sulandığına inanılıyor.
Ahmet Özdemir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder