4 Mayıs 2016 Çarşamba

Baba ve 4 oğul hikayesi

Çok çok eski zamanlarda mezopotamyanın bir köyünde emekli bir terzi yaşarmış. Bu yetenekli adamın 4 tane işe yaramaz hiçbir işte dikiş tutmayan oğlu varmış. Gel zaman git zaman bir dönem ovada yağmur yağmaz olmuş ekinler yetişmez olmuş. Ovanın bütün köyleri bu buhrandan çok kötü etkilenmiş ve yiyecek ekmekleri dahi kalmamış. O dönem Mardinin Azizi çok miktarda buğday depolamış olduğu için bütün köylüler oraya akın etmişler. Mardine insanların akın etmesiyle güvenlik en alt seviyeye inmiş ve hırsızlık gibi suçlar birden artmış. Bunun üzerine kral giriş ve çıkışları kontrol etmek için bu her tarafı açık medeniyet kentine 4 tane kapı yapmış. Kapılar o dönemin en iyi kapı ustaları tarafından yıllanmış ceviz ağacından yapmışlar. Diyarbakır kapı, Yeni kapı, Savur kapı ve Şıvat kapı olmak üzere. D. Bakır kapı yüklerin arabaların ve kervanların girebilmesi için geniş yapılmıştı ve adeta bir kale kapısını andırıyordu. 40 asker dev kütükle bile zor açardı o kapıyı. Çünkü buğdayın büyük bir bölümü orada yapılmış silolarda korunuyordu. Devrin en iyi muhafızları tarafından korunuyordu. Kapının üzerinde Mardin azizini yücelten yazılar ve Allah ın birliğini ve dirliğini öven sufi yazılar en iyi ustalar tarafından oyulmuştu. Savur kapı ve Şıvat kapısı da aynı şekilde ve daha küçük yapılmışlardı. Bu kapılar ovadan gelen insanların kullandığı kapılardı. Yeni kapısı ise sadece kral yardımcıları ve ailesinin kullandığı kapıydı. Bu kapının etrafında gezinmek bile suç teşkil ediliyordu. Bu kapı bir tonozdan oluşuyordu ve tonozun her iki tarafına büyük iki kapı yapılmıştı. Eskiden de orada bir kapı varmış ve kral insanlara buradan hitap ediyordu. Daha yeni ve güçlü iki kapı yapıldığı için buna yeni kapı demişler. Diğer taraftan köylüler büyük bir itiş kalkışla ve izdihamla buğday almak için kapılara koşuyorlardı.
 Emekli  terzi çocukları her ne kadar tembel olsalar da onları çok seviyordu ve hiçbir işte çalıştırmıyordu. Ama kendisi çok yaşlı olduğu için ve kıtlık onları aç sefil bıraktığı için çocuklarını buğday almaları için Mardine gönderir. Onları göndermeden önce  onları iyice tembihler ve onlara yayında götürmeleri biraz para ve eski asil çocuklarının giydiği tuğralı birer elbise diktirir çantalarına koyar ve onları öyle uğurlar. Ayrıca o elbiseyi şehre girmeden önce giymelerini söyler ki kimse onlara karışmasın. Emekli terzi önceden orduda savaşan askermiş aynı zamanda terziliği sevdiği için kendisi ve arkadaşları için elbiseler dikermiş. Komutan bunu görünce onu asker üniforması yapması için görevlendirmiş ve o günden sonra askerler için elbise dikermiş hatta çok yetenekli olduğu için tuğraları falan sadece o yapabilirdi. Derken 4 kardeş kendilerini yolda görmüşler. Su sen falansın sen filansın demez elmayı da büyütür dikeni de. Yani dört kardeş birbirine hiç benzemiyorlar. Büyük kardeş her zaman babasının lafını çok iyi dinlerdi. Ondan küçük kardeş çok zeki olmasına karşın aklını hep boş işlerde kullanır başını belaya sokar. Diğer iki küçük kardeş de çok tezat ki çapkındırlar ve önlerine her gelen kıza takılırlar eğlenirler. Neyse bunlar uzun ve yorucu bir akşamın sonunda Mardine varırlar. Büyük oğlan babalarının dediği üzere D.bakır kapıdan girmek için yol alır ama kardeşleri onu dinlemez ve yorgun olduklarını mazeret ederek bir handa geceyi geçirmek isterler. Küçük iki kardeş kralın kızının güzelliğini görmek için Yeni kapıya giderler ama umduklarını bulamazlar. Muhafızlara kralın kızını görmek istediklerini söylerler tabi muhafizlarda onları tutuklar ve nezarethaneye atarlar. İki deli çocuk başlarına büyük bela almışlar öylece. İkinci oğlan ise babalarının onlara verdiği parayla buğday alıp kapı önünde içerde buğday bitti diye karaborsacılık yapmaya başlamış. Bu da babasının söylediklerini unutmuş ve sonunda muhafızlar tarafından nezarethaneye atılmıştır. Büyük oğlan ise babasının söylediklerini aynen uygulamış yanında getirdiği soylu üniformasını giymiş ve Diyarbakır kapıdan içeriye girmeye çalışmıştır. Bunu gören kapının yanındaki aç hırsızlar soylu görünümlü büyük oğlana ‘Şimdi onda ne paralar vardır’ diye saldırmışlar.Aralarında kavga çıkmış ve oğlan cebindeki birkaç kuruşu vermemek için hırsızlara karşı direnmiş. Daha sonra hırsızlar tarafından aldığı bıçak darbesiyle yere yığılmış. Onu derhal sağlık ocağına götürmüşler. Daha sonra durumu kötü olduğu için askeriyedeki revire getirirler. Burası krala bağlı devlet işlerinin yürütüldüğü bir binaymış. Revağın olduğu yerde dar ağacı kuruluyormuş. Aşağıda nezarethane varmış. Suçlular Üst katta mahkemede yargılanıyor idam kararı çıkanlar revağın altında herkese ibret olsun diye idam ediliyor. Daha sonra onları kör kuyulara atıyorlar. Dar ağacı parçaları üçgen bir şeydir ve gerektiğinde takılıp sökülüyor. Üst katın avlusundaki yapı ise revir olarak kullanılıyor. Doktor durumu çok ağır olan çocuğu görünce onu hemen ameliyathaneye almak istedi ama çocuk ölmek üzereydi. Doktor çocuğun omzundaki tuğrayı görünce çok şaşırdı ve bunun ona kimin verdiğini söyledi. Çünkü bu üniformayı sadece en yakın arkadaşı o terzi yapabilirdi ve oda emekli olmuştu. O adamın oğlu şimdi ölmek üzere ve babasının arkadaşına bakarak ‘babam verdi’ diyebildi zorla. Sonra kardeşlerini sordu doktora onların başına ne geldiklerini öğrenmek istedi. Doktor şok olmuştu adeta. Yapabildiği tek şey omzundaki tuğrayı öpmek oldu. Kardeşlerini bulmak için dışarı çıktı ve bir polise olanları anlatmaya çalışırken büyük oğlan içerde son nefesini veriyordu. Polis doktora dün akşam üç gencin nezarethaneye geldiklerini ve sabah yargılandıktan sonra dar ağacında idam edildiklerini söyleyince doktor mecnuna dönüyor ve onların atıldıkları kuyuya gelip ağlamaya başlıyor. O kadar ağlıyor ki kuyu onun göz yaşlarıyla dolup taşıyor. Sonra diğer kuyulara kaynaklar su vermeye başlıyor.  Böylece ova halkı kıtlıktan kurtuluyor.  Ova toprakları o günden sonra gözyaşıyla sulandığına inanılıyor.

Ahmet Özdemir  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder