11 Mayıs 2016 Çarşamba

ANUŞ(SABAH RÜZGARI)

Bir varmış bir yokmuş, zamanın birinde kimsenin evinin kimsenin güneşini kapatmadığı bir şehrin kalesinde bir kral ve kızı Anuş yaşardı. Kralın kızı bir gece bebeğinin beşiğini tıngır mıngır sallar iken geçmişe gitti gözleri. Sarayda telaşlı bir gün, hizmetçiler koşturuyor, yemekler yapılıyor, avlu hazırlanıyor. Anuş da bu kalabalığın arasında neler olup bittiğini anlamadan meraklı gözlerle babasının odasına koşmuş. Üç kere kapıyı tıklatmış. Hizmetçiler kapıyı açıp onu içeri almışlar. Olan bitenin sebebini sormuş babasına. Kral kızına onu bugün şehrin ileri gelen ailelerinden birinin oğlu olan Aramla nişanlayacağını söylemiş. Herkesin hayranlıkla baktığı, takdire şayan bir genç olan Aram’ın iyi bir insan olduğunu anlatmış. Anuş her şeyden bihaber olduğu yerde donup kalmış. Gözünün önüne çok sevdiği Arinle geçirdiği zamanlar gelmiş. Sokakların nerede çıkıp nerede bittiğini bilmeden, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan gezerlermiş. Mezopotamya’yı seyre dalarlarmış birlikte. Kral geçmişe dalıp giden kızına seslenmiş tam o anda “Anuş, kızım nereye daldın, tüm şehir halkı davet edildi, herkes merakla bugünü bekliyor, git ve akşam için hazırlan şimdi” demiş. Gezindiği o güzel günlerden bu acı güne dönmek istememişti. Evlenmek istemiyordu onunla fakat babasına hiçbir şey söylemeden ağlayarak odasına koşmuş. Akşama doğru hizmetçiler gidip Anuş’u nişan için hazırlamışlar. Halk sarayın avlusunda toplanmaya başlamış yavaş yavaş. Çok güzel bir şekilde hazırlanan Anuş nişan için üzgün bir şekilde çıkarılmış halkın önüne. Herkes hayranlıkla bakmış ışıl ışıl parlayan bu güzele. Herkesle birlikte Aram da ilk defa Anuş’u görmüş. Görür görmez aşık olmuş bu güzele. Anuş ise merakla sevdiğini aramış kalabalığın arasında. Eğlenen insanların arasında çok üzgünmüş o da Anuş gibi. Anuş’a olan aşkından değil şan, şöhret, para bürümüş onun gözünü tüm bunları kaybedeceği için üzgün ve sinirliymiş. Anuş ise ona olan sevgisinden bu halde olduğunu sanıyormuş hep. Sofralar kurulmuş, yemekler yenmiş, herkes eğlenmiş geç vakit olana kadar. Nişan bittikten sonra odasına geri götürülmüş Anuş. Yatağına uzanmış hıçkıra hıçkıra ağlayarak uyuya kalmış. Kalbi sıkışmış, ruhu daralmış ve ayrılmış bedeninden bir süreliğine. Anuş aylarca uyanmamış bu acı uykudan. Kral çok korkmuş bütün dünyaya haber salmış, bütün hekimleri toplamış, hiç kimse kızını uyandıramamış. Tüm şehre hüzün çökmüş. Sessizliğe bürünmüş her yer. Şehrin dar olan sokakları daha da daralmış, sıkışmış sıkışmış. Çeşmelerden akan sular taşmış abbaralara dolmuş, boğulmuş şehir. Kararmış Mezopotamya, kararmış Mardin. Anuş uykudayken bedeninden ayrılan ruhu ilk önce sevdiği adam Arin’in yanına gitmiş. İzlemiş onu aylarca. Haberi olduğu halde Anuş’u hiç merak etmediğini görmüş. Sevgisinin sahte olduğunu sadece para, şan, şöhret için onunla olduğunu anlamış artık. Babasının evlendirmek istediği Aram’a gitmiş daha sonra. Aram’ın her gün gidip başucunda beklediğini görmüş. Onun için ne kadar üzüldüğünü o uykudayken acıdan Aram’ın uyuyamadığını görmüş. Asıl onun sevgisinin gerçek olduğunu anlamış böylece. Güz zamanı uyuyan Anuş ilkbaharın gelmesiyle nefes almış bir daha kapatmamak üzere açmış gözlerini. Kuşların cıvıltısıyla, baharda açan güllerin kokusuyla, mutlu çocukların sesiyle uyanmış. Aylarca yanında bekleyen Aram’ın aşkıyla uyanmış. Gözlerinin açar açmaz bu güzel bahar gününde gerçekten seven Aram’ı görmüş yanı başında. Kral sevinmiş çok şükretmiş. Hem kızının uyanmasının şerefine hem de Aramla evlenmesi şerefine 40 gün 40 gece düğünler yapmış. Birden beşikte ağlayan bebeğin sesiyle irkildi Anuş. Yüzünde mutlu bir tebessümle şimdiye döndü. Ve yine mutlu mesut gerçek sevgiyle yaşamaya devam ettiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder