Bir varmış bir
yokmuş, zamanın birinde kimsenin evinin kimsenin güneşini kapatmadığı bir
şehrin kalesinde bir kral ve kızı Anuş yaşardı. Kralın kızı bir gece bebeğinin
beşiğini tıngır mıngır sallar iken geçmişe gitti gözleri. Sarayda telaşlı bir
gün, hizmetçiler koşturuyor, yemekler yapılıyor, avlu hazırlanıyor. Anuş da bu
kalabalığın arasında neler olup bittiğini anlamadan meraklı gözlerle babasının
odasına koşmuş. Üç kere kapıyı tıklatmış. Hizmetçiler kapıyı açıp onu içeri
almışlar. Olan bitenin sebebini sormuş babasına. Kral kızına onu bugün şehrin
ileri gelen ailelerinden birinin oğlu olan Aramla nişanlayacağını söylemiş.
Herkesin hayranlıkla baktığı, takdire şayan bir genç olan Aram’ın iyi bir insan
olduğunu anlatmış. Anuş her şeyden bihaber olduğu yerde donup kalmış. Gözünün
önüne çok sevdiği Arinle geçirdiği zamanlar gelmiş. Sokakların nerede çıkıp
nerede bittiğini bilmeden, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan gezerlermiş. Mezopotamya’yı
seyre dalarlarmış birlikte. Kral geçmişe dalıp giden kızına seslenmiş tam o
anda “Anuş, kızım nereye daldın, tüm şehir halkı davet edildi, herkes merakla
bugünü bekliyor, git ve akşam için hazırlan şimdi” demiş. Gezindiği o güzel
günlerden bu acı güne dönmek istememişti. Evlenmek istemiyordu onunla fakat
babasına hiçbir şey söylemeden ağlayarak odasına koşmuş. Akşama doğru
hizmetçiler gidip Anuş’u nişan için hazırlamışlar. Halk sarayın avlusunda
toplanmaya başlamış yavaş yavaş. Çok güzel bir şekilde hazırlanan Anuş nişan
için üzgün bir şekilde çıkarılmış halkın önüne. Herkes hayranlıkla bakmış ışıl
ışıl parlayan bu güzele. Herkesle birlikte Aram da ilk defa Anuş’u görmüş. Görür
görmez aşık olmuş bu güzele. Anuş ise merakla sevdiğini aramış kalabalığın
arasında. Eğlenen insanların arasında çok üzgünmüş o da Anuş gibi. Anuş’a olan
aşkından değil şan, şöhret, para bürümüş onun gözünü tüm bunları kaybedeceği
için üzgün ve sinirliymiş. Anuş ise ona olan sevgisinden bu halde olduğunu
sanıyormuş hep. Sofralar kurulmuş, yemekler yenmiş, herkes eğlenmiş geç vakit
olana kadar. Nişan bittikten sonra odasına geri götürülmüş Anuş. Yatağına
uzanmış hıçkıra hıçkıra ağlayarak uyuya kalmış. Kalbi sıkışmış, ruhu daralmış
ve ayrılmış bedeninden bir süreliğine. Anuş aylarca uyanmamış bu acı uykudan.
Kral çok korkmuş bütün dünyaya haber salmış, bütün hekimleri toplamış, hiç
kimse kızını uyandıramamış. Tüm şehre hüzün çökmüş. Sessizliğe bürünmüş her
yer. Şehrin dar olan sokakları daha da daralmış, sıkışmış sıkışmış. Çeşmelerden
akan sular taşmış abbaralara dolmuş, boğulmuş şehir. Kararmış Mezopotamya,
kararmış Mardin. Anuş uykudayken bedeninden ayrılan ruhu ilk önce sevdiği adam
Arin’in yanına gitmiş. İzlemiş onu aylarca. Haberi olduğu halde Anuş’u hiç
merak etmediğini görmüş. Sevgisinin sahte olduğunu sadece para, şan, şöhret
için onunla olduğunu anlamış artık. Babasının evlendirmek istediği Aram’a
gitmiş daha sonra. Aram’ın her gün gidip başucunda beklediğini görmüş. Onun
için ne kadar üzüldüğünü o uykudayken acıdan Aram’ın uyuyamadığını görmüş. Asıl
onun sevgisinin gerçek olduğunu anlamış böylece. Güz zamanı uyuyan Anuş
ilkbaharın gelmesiyle nefes almış bir daha kapatmamak üzere açmış gözlerini.
Kuşların cıvıltısıyla, baharda açan güllerin kokusuyla, mutlu çocukların
sesiyle uyanmış. Aylarca yanında bekleyen Aram’ın aşkıyla uyanmış. Gözlerinin
açar açmaz bu güzel bahar gününde gerçekten seven Aram’ı görmüş yanı başında.
Kral sevinmiş çok şükretmiş. Hem kızının uyanmasının şerefine hem de Aramla
evlenmesi şerefine 40 gün 40 gece düğünler yapmış. Birden beşikte ağlayan
bebeğin sesiyle irkildi Anuş. Yüzünde mutlu bir tebessümle şimdiye döndü. Ve yine
mutlu mesut gerçek sevgiyle yaşamaya devam ettiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder