10 Mayıs 2016 Salı

DÜŞÜŞ

Zamanların bilinmeziydi, zamanların bilineniydi, hem akıl çağıydı, hem acemilik, hem de korku. Yarınların umudu, bugünün umutsuzluğu çevrelemişti yine dört bir yanı. Sürekli devinen bir evren. Engebelerle dolu yaşam, zorlaştırıyordu her insanın hayatını. Böyle bir engebeli hayatı Mardin gibi engebeli bir şehirde yaşamak dengeleri zorluyordu.

Henüz 15 yaşındaydı Hatice. Dedesi, amcası ve kendileri ayrı evlerde ama iç içe yaşarlardı. Üç ayrı, üst üste kurulmuş eski beton evler. En alt katta henüz yeni evlenmiş yengesi ve amcası, orta katta sanki elli yıllık karı koca değil de, elli yıllık düşmanlar gibi yaşayan babaanne ve dede ve üst katta kokusuyla,renkleriyle,serinliğiyle kendisine ait olduğunu hissettiren Mezopotamya manzaralı güzel evi. Hatice, annesi ve babasının evi. Merdivenleri çıkıp girince eve, karşında sanki kendisini aşmanı istercesine bakan basamaklar bulunmaktaydı. Bu basamakların hayatını değiştireceğini bilemezdi Hatice.
Aile olmak her şeydi, Hatice için. Birlikte kahvaltı yapmak, yemek yemek, bir şeyler seyretmek.. Dedesi ve amcasının evleri arasında mekik dokurdu. Ailesi ile mutlu olmayı bilen bir çocuktu. Hele annesi sırdaşı, dostu, arkadaşı, kardeşi herşeyi idi onun. Ortak birçok şeyi paylaşırdı annesi ile. Aynı renkleri sever , aynı yemeklerden hoşlanmaz , aynı hayvanlardan korkar , olaylara aynı tebessüm ve aynı heyecan ile yaklaşırlardı.
 5 Ağustos cumartesi akşamı erkenden uyumuştu Hatice. Babası her cumartesi akşamı olduğu gibi geç gelmişti eve. Geldiğinde eşi hala uyanıktı çünkü eski evlerde bir sorun haline gelmiş olan su problemi ile uğraşıyordu. Üç evin deposu da ortaktı ve o akşam mahalleye su verilmişti. Deponun taşmaması için sürekli kontrol edilmesi gerekiyordu, tam anlamıyla dolduğuna emin olabilmek için. Haticelerin evinin damında bulunan 3 metre derinliğine sahip depoyu annesi o akşam yarım saatte bir kontrole çıkıyordu. Eşi geldiğinde son bir defa daha çıkması gerekiyordu kontrole. Eşi, dama çıkmayı sağlayan merdivenlerin karşısında bulunan mutfakta bir şeyler atıştırırken hayran hayran baktı ona.
Çıktı beton merdivenleri anne. Demir kapının kilidini açtı ve depoya çıkmasını sağlayacak tahta merdivene "Bismillah" çekip attı adımını. Çıkarken merdivenleri farklı sesler geldi kulağına. Korkulu rüyası olan fare olabilir mi diye düşündüğü sırada depo taşmaya başlamıştı. Aşağı inip deponun fişini çekmesi gerekiyordu. Tahta merdivenin en üst basamağındayken elleri, elleri üzerinden , Mardin'in cardon fare dedikleri, kocaman kapkara büyük bir fare geçti. Elleri üzerinde hisseder hissetmez bir anlık refleksle  ellerini geriye doğru çekmesiyle, 3 metrelik yükseklikten yere düşmesi bir oldu annenin.
Bir yerlerde birşey patlamış ya da yıldırım düşmüştü bir evin çatısına sanki. Yere düşme sesi sarmıştı tüm mahalleyi. İnsanlar balkonlara koşuşturuyordu. Baba duyduğu sesle kendisini yukarı attı. Gördüğü manzarayı hiç bir kalp kaldıramazdı. "Hayıııır!" diye bağırıp karısının yanına koştu. Komşular evi anında doldurmuşlardı. Zaman kaybetmeden hastaneye yetiştirilmesi gerekiyordu ama çok geçti çünkü anne artık nefes almıyordu.
Tüm bu olaylar olurken Hatice derin uykusundan uyanmamıştı ve bu durumda kimse Hatice'nin varlığının bile farkında değildi. Sabah uyandığında evde onu almaya gelen dayısı vardı sadece. Annesinin bir kaza geçirdiği hastanede olduğunu ve oraya gitmeleri gerektiğini söyledi sadece. O an yalnız bir kuş gibisindir, nereye gideceğini, ne yapacağını bilemiyorsundur.
Öğrendiği haber Hatice'yi yıkmaya umudunu, mutluluğunu bitirmeye yetti. Her şeyi olan annesi artık yoktu. O an kendinden geçti Hatice, bir alemdeydi sanki karşısında uzun kaygan geçitler vardı. Bu geçitler ya bir kuyudur, ya çukurdur ya da bahçedir. Annesini bahçenin sonunda gördü. Annesi ona; " Bu geçitler sen ne getirirsen o dur. Taş getirirsen dört duvardır. Ağaç getirirsen bahçedir. Ben buraya ağaç getirdim. Senin buraya getireceğin ışıktır." dediğini duydu. Kendine geldiğinde kalktı ve secde etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder