7 Mayıs 2016 Cumartesi

BİR İNANÇTI BU KUTSAL KİTABINDAN

Kapatın gözlerinizi.Durun ve karanlığı seyredin.Tüm zamanların dışında,tüm çağların içinde. Her yerin hiçbir yerinde,hiçbir yerin gölgesinde.İşte böyle bir gece.Mardin’de bir gece.Gündüzü mezarlık,gecesi gerdanlık şehirde Yorgunluk havada,gariplik suda, suskunluk rüzgarda.Simsiyah bir sessizlik.Uyku bile uykuda.Bir masal gibi başlar hikaye.Küsmüş rüyaların diyarından göçmüş,hayaller kurar yalnız odasında.Tüm sokaklarda yürüyüp hiçbir yerden geçmeden kendi kabrini arar uçsuz bucaksız şehirde.Kalbine sorar kimsin bu cihanda.Bir gece yürüyüşüyle yürür ve dinler sessizliği.Ovadan esen soğuk rüzgarın ruhuna teslim eder varlığını.Sonu sonsuzluk olan varlığından kopuk hali ile dikkatini ne çeker?Kuşlar mı,sular mı,rüzgar mı?Yakarışı andıran bir nida yankılanır yedi kat semada"Ey en güzel şarkıların üstadı kuşlar!Ey kadim çeşmelerin can veren suları!Ey diyardan diyara ruh taşıyan,kanımı donduran rüzgar!"Yoldaş arar yemyeşil ovada. Gökte yıldızlar parlar bu uğurda.Kuşlar göçtü, sular kurudu,sular dilfigar...Rüzgar duruldu..."Kuşlar ses verin!" Kuşlar lal.."Sular hayat verin bu kurumuş ruhuma!"Sular camid,sular suskun.. "Rüzgar bir şey söyle" -Benimle besleniyorsun ya…
Bir adım daha atarsa, yanar,kavrulur der şehir.Aşk vadisinde mühür kimin?Muhabbetin adı kim?Varlıkların tadı nerede?Ne var yanına alacak? Sonsuzluğa giden yolda kim dayanağı olacak?Baharın bağrından kopup kim niye arar ki kabrini?Mardin’de baharın geldiğini anlamazsın derler,hem de nasıl anlarsın.Her ruha nasip olmaz baharı yaşamak.Baharın ışığıyla aydınlanmalı karanlığın.Dermansız kalır dizler.Teselli arar kalp.Hüzünle çarpar kalp:Onun kalbi.Merhametli bir çift soğuk el aydınlatır yolunu.Varlar yok,yoklar var olur.Sular taş,taşlar rüzgar olur.Dağlar kum,kumlar divane olur. Çağlar eskir Mardin’de.Bitmiş aşkların sessiz şehrinde bir kandil yanar sönmez gecelerde.Yeryüzünde vefa yok mu?Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin ?Üzülme ve aç gözlerini.Aç ve gör.Ötelerin ötesi bekliyor seni.Ne kadar zaman geçti bilinmez.Günler ay,aylar yıl olur ve asırlar olur.Toprağın bağrındaki su gökyüzüyle buluşurken  bir sessizlik kaplar seher vaktini. Her şey sus pus olur.
Kainatta insana dair kalmış tek kutsal ses yankılanır çağlar ötesinden.Taşların şarkısı , suskun kuyular eşlik eder aşkla. Dile gelir yerin altındakiler.Bir görev bilir kalmış atalardan."Burası dardır,burası karanlıktır.Ya bir kuyudur,ya bir çukurdur ya bahçedir.Yanında ne getirirsen odur.
Taş getirirsen dört duvardır.Ağaç getirirsen bahçedir.Işık getirirsen cennettir."
Bir inançtı bu kutsal kitabından
Ay doğar yine parlar uzerinde
Solsa da zaman Mardin’de...

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Küçük Cin


Zamanın birinde, bundan çok yıllar önce. Saraylarda padişahların yaşadığı, meydanlarda okların atıldığı, pazarlarda altın sikkelerle alış veriş yapıldığı zamanın birinde... Mezopotamya'da, dağların tepesinde ve eteklerinde kurulmuş  bir şehir varmış. Adı Mardin imiş.  Dışardan bakılırsa kapalı, taşla kapatılmış bir şehirmiş.  Şehre girebilmek için şehrin dört kapılarından biri kullanılırmış. Kapılar yabancı insanları engellemek için yapılmış. Fakat cinleri engellenememiş. Cinler Mardin'e gelip orada yaşarmış. Ortak bir şehirmiş. Evler üst üste yapılmış, çok karışıkmış. Evler sanki cinler tarafından yapılmış. Sokaklar nerden çıkıyor nerede bitiyor bilinmezmiş. Dar sokaklar arasında kaybolabilirmiş. Yolu ararken sanki kendi kabrini aramış gibi olurmuş. Karanlık saatlerde insanlar her yerde yayılan abbaralara girmekten korkarmış. Abbaralar, kitlenirmiş .belki de cinler bunu yaparmış
Mardin'in en tepesinde ünlü bir kale varmış. Kalenin altında kuyular varmış ve Mardin'deki seksen bir akan çeşme hepsi kaledençıkmış. Çeşmeleri yapan cinlerdir. Cinler yerin altından gider, su yolları yapar ve mahallerin içine kadar su gitirirmiş. Cinler hem insanlara yardım edermiş hem de korkuturmuş. Cinlerin arasında küçük bir cin varmış. Küçük cin büyük cinlerin insanlara yardım etmelerine şaşırmış. İnsanları keşfetmeye çıkmış. Su yollarını takip etmiş, takip ederken çeşmerlerin etrafında insanlar toplanmış. Su aldıklarını görmüş ve bir adamın arkasına gitmiş, adam ile eve girmiş ve pencerede oturan bir çocuğu görmüş. Çocuk engelliymiş, yürüyemezmiş. Küçük cin çok üzülmüş ve cocuk ile arkadaş olmak istemiş. Ertesi gün sabah küçük cin, engelli çocuğun yanına gitmiş, ama onu evde bulamamış. Evin etrafını aramış ve çocuğu damda bulmuş. Çocuk gökyüzüne bakarmış ve kendi ile sesli bir şekilde konuşurmuş. Küçük cin çocuğun yanına gitmiş, oturup çocuğu dinlemiş. Çocuk Bugün baharı her yönüyle hissedebiliyorum, kokusuyla, renkleriyle, serinliğiyle ve de sesleriyle" demiş. Çok mutluymuş. Küçük cin çok şaşırmış,çocuk nasıl mutlu olabilirmiş.Çocuklar dışarda uçurtma uçurmuş ve o izlermiş ama onlar gibi mutluymuş. Küçük cin çocuğa " Nasıl mutlu olabilirsin?" diye sormuş. Çocuk " Rüzgarı en iyi hissettiği ve binalardan uzaklaştığı yer olarak görüyor dağı. Zaman geçtikçe artık rüzgar ve hava ile de iletişime geçersin. Rüzgar ile bir bağ kurarsın. Nereden nasıl estiği ve hızı o günkü planının bir parçası ve önemli bir etkeni olurmuş, sen de hissederek yaşarsın, her zaman yaparak değil." diye cevap vermiş. O günden beri arkadaş olmuşlar ve birbirlerini bırakmamışlar.

Baba ve 4 oğul hikayesi

Çok çok eski zamanlarda mezopotamyanın bir köyünde emekli bir terzi yaşarmış. Bu yetenekli adamın 4 tane işe yaramaz hiçbir işte dikiş tutmayan oğlu varmış. Gel zaman git zaman bir dönem ovada yağmur yağmaz olmuş ekinler yetişmez olmuş. Ovanın bütün köyleri bu buhrandan çok kötü etkilenmiş ve yiyecek ekmekleri dahi kalmamış. O dönem Mardinin Azizi çok miktarda buğday depolamış olduğu için bütün köylüler oraya akın etmişler. Mardine insanların akın etmesiyle güvenlik en alt seviyeye inmiş ve hırsızlık gibi suçlar birden artmış. Bunun üzerine kral giriş ve çıkışları kontrol etmek için bu her tarafı açık medeniyet kentine 4 tane kapı yapmış. Kapılar o dönemin en iyi kapı ustaları tarafından yıllanmış ceviz ağacından yapmışlar. Diyarbakır kapı, Yeni kapı, Savur kapı ve Şıvat kapı olmak üzere. D. Bakır kapı yüklerin arabaların ve kervanların girebilmesi için geniş yapılmıştı ve adeta bir kale kapısını andırıyordu. 40 asker dev kütükle bile zor açardı o kapıyı. Çünkü buğdayın büyük bir bölümü orada yapılmış silolarda korunuyordu. Devrin en iyi muhafızları tarafından korunuyordu. Kapının üzerinde Mardin azizini yücelten yazılar ve Allah ın birliğini ve dirliğini öven sufi yazılar en iyi ustalar tarafından oyulmuştu. Savur kapı ve Şıvat kapısı da aynı şekilde ve daha küçük yapılmışlardı. Bu kapılar ovadan gelen insanların kullandığı kapılardı. Yeni kapısı ise sadece kral yardımcıları ve ailesinin kullandığı kapıydı. Bu kapının etrafında gezinmek bile suç teşkil ediliyordu. Bu kapı bir tonozdan oluşuyordu ve tonozun her iki tarafına büyük iki kapı yapılmıştı. Eskiden de orada bir kapı varmış ve kral insanlara buradan hitap ediyordu. Daha yeni ve güçlü iki kapı yapıldığı için buna yeni kapı demişler. Diğer taraftan köylüler büyük bir itiş kalkışla ve izdihamla buğday almak için kapılara koşuyorlardı.
 Emekli  terzi çocukları her ne kadar tembel olsalar da onları çok seviyordu ve hiçbir işte çalıştırmıyordu. Ama kendisi çok yaşlı olduğu için ve kıtlık onları aç sefil bıraktığı için çocuklarını buğday almaları için Mardine gönderir. Onları göndermeden önce  onları iyice tembihler ve onlara yayında götürmeleri biraz para ve eski asil çocuklarının giydiği tuğralı birer elbise diktirir çantalarına koyar ve onları öyle uğurlar. Ayrıca o elbiseyi şehre girmeden önce giymelerini söyler ki kimse onlara karışmasın. Emekli terzi önceden orduda savaşan askermiş aynı zamanda terziliği sevdiği için kendisi ve arkadaşları için elbiseler dikermiş. Komutan bunu görünce onu asker üniforması yapması için görevlendirmiş ve o günden sonra askerler için elbise dikermiş hatta çok yetenekli olduğu için tuğraları falan sadece o yapabilirdi. Derken 4 kardeş kendilerini yolda görmüşler. Su sen falansın sen filansın demez elmayı da büyütür dikeni de. Yani dört kardeş birbirine hiç benzemiyorlar. Büyük kardeş her zaman babasının lafını çok iyi dinlerdi. Ondan küçük kardeş çok zeki olmasına karşın aklını hep boş işlerde kullanır başını belaya sokar. Diğer iki küçük kardeş de çok tezat ki çapkındırlar ve önlerine her gelen kıza takılırlar eğlenirler. Neyse bunlar uzun ve yorucu bir akşamın sonunda Mardine varırlar. Büyük oğlan babalarının dediği üzere D.bakır kapıdan girmek için yol alır ama kardeşleri onu dinlemez ve yorgun olduklarını mazeret ederek bir handa geceyi geçirmek isterler. Küçük iki kardeş kralın kızının güzelliğini görmek için Yeni kapıya giderler ama umduklarını bulamazlar. Muhafızlara kralın kızını görmek istediklerini söylerler tabi muhafizlarda onları tutuklar ve nezarethaneye atarlar. İki deli çocuk başlarına büyük bela almışlar öylece. İkinci oğlan ise babalarının onlara verdiği parayla buğday alıp kapı önünde içerde buğday bitti diye karaborsacılık yapmaya başlamış. Bu da babasının söylediklerini unutmuş ve sonunda muhafızlar tarafından nezarethaneye atılmıştır. Büyük oğlan ise babasının söylediklerini aynen uygulamış yanında getirdiği soylu üniformasını giymiş ve Diyarbakır kapıdan içeriye girmeye çalışmıştır. Bunu gören kapının yanındaki aç hırsızlar soylu görünümlü büyük oğlana ‘Şimdi onda ne paralar vardır’ diye saldırmışlar.Aralarında kavga çıkmış ve oğlan cebindeki birkaç kuruşu vermemek için hırsızlara karşı direnmiş. Daha sonra hırsızlar tarafından aldığı bıçak darbesiyle yere yığılmış. Onu derhal sağlık ocağına götürmüşler. Daha sonra durumu kötü olduğu için askeriyedeki revire getirirler. Burası krala bağlı devlet işlerinin yürütüldüğü bir binaymış. Revağın olduğu yerde dar ağacı kuruluyormuş. Aşağıda nezarethane varmış. Suçlular Üst katta mahkemede yargılanıyor idam kararı çıkanlar revağın altında herkese ibret olsun diye idam ediliyor. Daha sonra onları kör kuyulara atıyorlar. Dar ağacı parçaları üçgen bir şeydir ve gerektiğinde takılıp sökülüyor. Üst katın avlusundaki yapı ise revir olarak kullanılıyor. Doktor durumu çok ağır olan çocuğu görünce onu hemen ameliyathaneye almak istedi ama çocuk ölmek üzereydi. Doktor çocuğun omzundaki tuğrayı görünce çok şaşırdı ve bunun ona kimin verdiğini söyledi. Çünkü bu üniformayı sadece en yakın arkadaşı o terzi yapabilirdi ve oda emekli olmuştu. O adamın oğlu şimdi ölmek üzere ve babasının arkadaşına bakarak ‘babam verdi’ diyebildi zorla. Sonra kardeşlerini sordu doktora onların başına ne geldiklerini öğrenmek istedi. Doktor şok olmuştu adeta. Yapabildiği tek şey omzundaki tuğrayı öpmek oldu. Kardeşlerini bulmak için dışarı çıktı ve bir polise olanları anlatmaya çalışırken büyük oğlan içerde son nefesini veriyordu. Polis doktora dün akşam üç gencin nezarethaneye geldiklerini ve sabah yargılandıktan sonra dar ağacında idam edildiklerini söyleyince doktor mecnuna dönüyor ve onların atıldıkları kuyuya gelip ağlamaya başlıyor. O kadar ağlıyor ki kuyu onun göz yaşlarıyla dolup taşıyor. Sonra diğer kuyulara kaynaklar su vermeye başlıyor.  Böylece ova halkı kıtlıktan kurtuluyor.  Ova toprakları o günden sonra gözyaşıyla sulandığına inanılıyor.

Ahmet Özdemir  

FOTOĞRAFÇI


      Uyuduğu yerden fırladı kız aniden.Nefes nefese kalmıştı.Baş ucunda bulunan sehpanın üzerinden bir yudum su aldı. Uyumaya çalışıyordu ama hala rüyanın etkisindeydi. Saate baktı.saat gece iki.pencereyi açıp  dışarıya baktı sokaktaki sessizliği,serin havayı çekti içine az da olsa iyi gelmişti ona.Sonra rüyasını hatırlamaya çalıştı. Rüyada  her bir karakter iki kişilikti.Hem kendisiydi hem de kendisine  yabancıydı. Bir bedende iki farklı insan yaşıyordu.Ve kız etrafına bakındı. Hem kendisi olan hemde yabancısı olanı arıyordu. ‘Zehra’ Kendisi olduğu zaman.’Zenan’ ise kendisinden uzaklaştığı zamandı. Bunu kendisi bilmiyordu ama.Çünkü rüyadaki diğer insanlarda bilmiyordu aslında kendisine yabancı olduğunu. Rüyada sahil kenarında fotoğraf çekilir diye bağırıyordu bir adam. Zenan adamın sesine doğru yürümeye başladı. Etrafta bir sürü Zehra ve zenan vardı. Palyaçoculuk yapan kişiler, maske takanlar yani ‘zenan’ vardı her yerde. sahilde oturup tek başına anlamsız gülümseyen ‘zehra’larda vardı. Sahilde fotoğraf çeken birkaç yer vardı.fotoğrafçı adam kadrajı ayarladı ve sırtınu denize veren zenanın bir fotoğrafını çekti. Bir yabancı tarafından başka bir yabancının dondurulmuş bir ‘an’ını çekti. Fotoğrafçı her çektiği bir fotoğrafın kopyasını kendi duvarına asıyordu.Ve Zenana bir tane fotoğraf verdi.Zenan yürümeye devam etti.Daha da ileri de bir garip fotoğrafçı vardı. Müzik dinleterek fotoğraf çektiriyordu insanlara. En çok hangi müziği sevdiklerini soruyordu. Ve o şarkıda ne hissediyorsa öyle hareket etmesini söylüyordu fotoğrafçı. Zenan müziği söyledi. Eğlenceli bir parçaydı. durgun sakin zenan Zehra oldu aniden. Kendisi olmuştu orada.Canlandı , dans etmeye başladı, fotoğrafçıyı unutmuştu Zehra; Zenan’ı  saklamıştı müziğe. Ve o anda fotoğrafı çekildi. Gözü kapalı olmasına rağmen flaştan dolayı durdu. Fotoğrafçı gülümseyerek fotoğrafını uzattı ve şöyle dedi: İnsan kendisi olduğu zaman hep aynı tebessüm , aynı heyecanı yaşıyorlar. Baksana bu fotoğraflara dedi. Çantasından çıkardığı bir sürü fotoğrafı göstererek.Herkes fotoğrafta Zehra idi. Her yabancı bir fotoğraf ile bağlandı birbirine. Zehra şaşırmış bir şekilde fotoğraflara bakıyordu.o an donakalmıştı herkes o olmuştu. Altında yabancıların ismi farklı ama hep ayı yüz, aynı heyecan, aynı bakış vardı. Ürktü. Karanlık bir kuyunun dibinde ölümü beklerken ansızın bir ışık görmesi gibi bir histi Zehra’nın yaşadığı. Aslında yaşamanın nasıl bir şey olduğunu anlamıştı. Zenan’ı artık bırakmanın zamanı geldi diye bağırmaya başladı. Sevinçle ağlayarak bütün insanlara dağıtmaya başladı. Aniden karşısına Zenan çıktı. Elindeki silahı Zenan’a doğrultarak beni yalnız ırakamazsın dedi.Hep kendin olamazsın. Zenan’ın gözü dönmüştü.Zehra donakalmıştı.Silahı doğrultanda oydu , hedefte olan da oydu.Eğer zenan zehrayı öldürürse zenan da ölür müydü diye içinden geçirdi.ve zenan tetiği çektiği gibi zenan ve Zehra yere yığıldı.Sırtları birbirlerine dönüktü.Zehra güneşin doğuşunu ölürken izledi zenan ise aynı anda güneşin batışını izledi.Ve fotoğrafçı o anda iki yabancının ölüm ve dirilişi fotoğrafladı.fotoğrafın flaşından dolayı rüyadan uyanıverdi…rüyadan uyanan kız  Zehra ve zenana birer teşekkür etti gecenin ikisinde . yabancının kim olduğunu öğrettikleri için…   
                                                                                                                                Mikail Oğuz   

BİR İNANÇTI BU KUTSAL KİTABINDAN

Kapatın gözlerinizi 
Durun
Ve karanlığı seyredin. 
İşte böyle bir gece. 
Mardin’de bir gece 
Gündüzü mezarlık, gecesi gerdanlık şehirde
Yorgunluk havada 
Gariplik suda 
Suskunluk rüzgarda
Simsiyah bir sessizlik 

Bir masal gibi başlar hikaye
Uyku bile uykuda. 
Küsmüş rüyalar
Hayaller kurar yalnız odasında
Kendi kabrini arar uçsuz bucaksız şehirde
KALBİNE SORAR KİMSİN BU CİHANDA 
Bir gece yürüyüşüyle yürür ve dinler
RÜZGARIN RUHUNA TESLİM eder varlığını
Bu ruh hali ile dikkatini ne çeker?
Kuşlar mı,sular mı,rüzgar mı?
Ey güzel şarkıların üstadı kuşlar
Ey kadim çeşmelerin can veren suları
Ey diyardan diyara ruh taşıyan,kanı donduran rüzgar!
yoldaş ARAR yemyeşil ovada 
Gökte yıldızlar PARLAR BU UĞURDA 
Kuşlar göçtü
Sular kurudu,sular dilfigar
Rüzgar duruldu
Kuşlar ses verin
Kuşlar lal
Sular hayat verin şu kurumuş ruha
Sular camid,sular suskun
Rüzgar bir şey söyle
Benimle besleniyorsun ya…
Bir adım daha atarsa, yanar, kavrulur der şehir
Aşk vadisinde mühür kimin
Muhabbetin adı kim
Varlıkların tadı nerde
Ne var yanına alacak
Kim niye arar ki kabrini
Mardin’de baharın geldiğini anlamazsın derler
Hem de nasıl anlarsın
Her ruha nasip olmaz bu bahar
Baharın ışığıyla aydınlanmalı karanlığın
Dermansız kalır dizler
Teselli arar kalp
Hüzünle çarpar kalp
Onun kalbi
Merhametli bir çift soğuk el
Varlar yok yoklar var olur
Sular taş,taşlar rüzgar olur
Dağlar kum,kumlar divane olur
Çağlar eskir Mardin’de
Bitmiş aşkların sessiz şehrinde
Bir kandil yanar sönmez gecelerde
Yeryüzünde vefa yok mu? 
Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin
Üzülme ve aç gözlerini 
Aç ve gör
Ötelerin ötesi bekliyor seni 
Dile gelir yerin altındakiler
Burası dardır,burası karanlıktır.
Ya bir kuyudur,ya bir çukurdur ya bahçedir.
Yanında ne getirirsen odur.
Taş getirirsen dört duvardır.
Ağaç getirirsen bahçedir.
Işık getirirsen cennettir.
Bir inançtı bu kutsal kitabından
Ay doğar yine PARLAR ÜZERİNDE 
Solsa da zaman Mardin’de



3 Mayıs 2016 Salı

VARLAR VAR YOK YOK İMİŞ


Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde zamanların en eskisinde  her yanından suları  akan, aktıkça akan ne azalan ne artan hep aynı akan, konuşan çeşmeleri, çörtenleri  olan bir şehir varmış. Adı da Mardin imiş .Bu şehirde varlar var, yok yok imiş. Sayısı  tam bilinmez ama siz deyin 7  ben deyim 77 tane çeşmesi varmış bu şehrin. Ancak hepsi birbirinden efsunlu. Tabi böyle şehir korumasız olur mu? Zamanın kralı emir vermiş  bu 77 sihirli çeşmeli şehre 77 sihirli  kapı  yapılmış. Her kapının önündekini gösteren  ayna misali kendi çeşmesi varmş. Yani işin aslı 77 çeşmemiz 77 kapımıza bekçiymiş. Ama kapılarda ne kapı akan su perdesinden kapılarmış. Ne ahşaptan ne demirden ne altından bildiğin sudan kapılar. Özellikleri varmış ama kapıların. Bu kapılardan  sadece o şehrin yaşayanları ve amacı niyeti sadece iyilik olan insanlar geçebilirmiş. Eğer kötü niyetliyseniz akan su kapısından geçemez konuşan çeşmenin gazabına uğrarmışsınız. Bekçilerimiz bekleyen dursun kapılarımızda biz gelelim bu şehrin güzel mi güzel evinde yaşayan tatlı mı tatlı bir nineye. Beyaz ninenin 7 kızı 7 oğlu varmış lakin 7 kızından 7. si hariç hepsi ayrı diyarlardaymış. Beyaz ninenin Pembe adlı tatlı mı tatlı kızından olma mavi diye torunu olmuş. Mavi’nin bahtı açık mı kapalı mı bilinmez ama, Mavi daha gözünü açmadan anası gözünü yummuş. Bir ninesi bir o efsunlu şehirde baş başa kalmışlar.

Gel zaman git zaman aylar ayları kovalamış Mavi büyümüş 7 yaşına gelmiş. Beyaz ninesini çok mu çok severmiş.  Zaman ve çeşmeler aka dursun Mavi büyümeye devam ediyormuş her geçen gün. Beyaz nine de gün geçtikçe  yaşlanıyormuş ne yazık ki. Mavi olmuş 17 Beyaz nine olmuş 77. Mavi zeki mi zeki bir çocukmuş ama olacağı var ya  hani bazı kötü arkadaşlar musallat olmuş Maviye. Ara ara baş kaldırır olmuş ninesine. Beyaz nine gençtir demiş ses etmemiş. Yüzünden gülümseme eksik olmayan Mavinin yüzünde artık gülümseme olmaz olmuş kaşlar çatılmış bir iki sinir çizgisi gelmiş yüzüne deniz mavisi gözleri bile kararmış sanki zamanla. Beyaz nine kederden olsa gerek yataklara düşmüş. Kalbi aksar olmuş öksürürken sarsılıyormuş artık yaşlanan vücudu. Ama Mavi kötü arkadaşlarla takılmaktan görememiş ninesinin bu halini. Bir gece eve gelmiş Mavi. İtmiş ağır meşe yapıyı ileri doğru gıcırdamış biraz sanki homurdanıyormuş gibi Maviye.  Aynı avluda aynı binada 7 aile tuvalet tek tabi o zamanlar. Mavi ne selam vermiş ne de sabah tüm komşular yüz çevirmiş Maviden. Ninensinin öksürme sesi iki kol boyundaki duvarları aşıp Mavinin kulağına kadar gelmiş.Bir an içi sızlamış Mavi’nin ama sadece bir an sonra yürümüş ninesinin yanına gelmiş. İkinci kapıyı da açmış umursamazca. Nenesi küçcük olmuş yatıyormuş yatakta. ‘’Hey ihtiyar ne yapıyorsun ?’’demiş. Beyaz nine ses etmemiş. Arkası Maviye dönük iki damla yaş akmış gözlerinden ‘’Nerede benim Mavişim bu koyu Mavi de kim?’’ diye yüreğinden geçmiş. Lakin ses etmemiş. Mavi sinirlenmiş. Sesini yükseltmiş ninesine ‘Heyyy ihtiyar  ses versene yemek nerede?’’demiş Beyaz ninenin içine bir dert oturmuş ki sormayın. Akan iki damla yaşı taş kesmiş resmen. Tek koluna dayana dayana yataktan doğrulmuş  ayaklarını sarkıtıp çarıklarını giymiş. Ayağa kalkıp bir adım atmış sendelemiş tam Mavi tutacakken kolundan ninesinin öyle bir bakış fırlatmış ki nine Maviye,  Mavi yerinde kalmış. Nine ağır aksak açık kapıdan avluya çıkmış. Akan çörtene bakmış önce duasını etmiş içinden içime ak çörten gücünü ödünç ver torunuma ders gerek ceza gerek. Çörten dile gelmiş ama sadece nine duymuş nine nine sen yeter ki dile gücüm senindir, ama bana izin vermen gereklidir ki bu derste cezada sana yardımcı olayım. Nine gülümsemiş bi tek çörten görmüş ve ışıldamış bembeyaz Beyaz nine. Aldığı güçle gürleşen sesiyle ‘’Eyy komşular eyy  Mardin beni dinleyin 77 çörten 77 kapı ey efsunlu şehir’’. Havada bir titreşim olmuş sanki. Mavinin içi buz kesmiş bi an beklemiş akıbetini. Nine devam etmiş ‘’Ey iyi niyetlileri seven kötü niyetlileri içeri almayan kapılar dileğim varddır sizden. Bu torun ne iyi bir torundur ne de hayırlı bir şehir yaşayanıdır. Faydası yoktur üzülerek diyorum ki (gözünden bir damla daha yaş akar ninenin) hatası çoktur! Bensem eğer velisi bu çocuğun o zaman akıllanması için de ben sorumluyum. Ey çörtenler ey şehir atın dışarı bu çocuğu ne suyunuzdan bir damla içebilsin ne de yıkanabilsin  almayın sakın içeri yüreği sevgiyle dolmadan aklı günahtan arınmadan.’’ Mavinin buz gibi olmuş elleri. Kem küm etmiş ama her şey o kadar hızlı olmuş ki gürlemiş avludaki çörten ‘’Dilenen gerçekleşecek bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.’’Hava soğumuş Mavinin etrafında bir girdap olmuş sular havalanmış havalanmış dışarı fırlatmış Mavi’yi. Mavi bir andan kendini dışarda  bulmuş. İçi içini yiyordu Mavi’nin ağlamaklı oldu gözleri. Baktı sudan kapıya uzun uzun etrafındaki yeşil sarmaşıklara ve sarmaşıkların bittiği yerdeki kahverenginin belki de en güzel tonundaki taşlarına bakmış. Pişmanmış hem nasıl. Ağlamaya başlamış nine nine diye ama nafile ninesi onu affetmeden ne onu görebilirmiş ne de bu berrak sulardan içebilirmiş. Ağlarken içindeki Koyu Mavi konuşmuş. Sus ağlama sen istedin bunu. Maviş korku dolu gözlerle etrafa  bakmış  ama görememiş kimseyi gözü sudan kapıya takılmış. Yansımasını görmüş kapıda. Sahi ne ara bu kadar çatık olmuş kaşı ya da ne ara bu kadar çizgiler eklenmiş yüzüne bilememiş. Ve görüntü tekrar dile gelmiş. İki adım geriye zıplamış Mavi korkudan sen de kimsin demiş. Kötü kötü gülmüş Koyu Mavi ben senin bu aralar en sevdiğin kötü parçanım. Seni ninene kötü davranman için ben zorladım. Gerçi sen de meyilliydin zaten. İçkileri benim sayemde içtin. Benim sayende komşularınla küstün. Seni harika bir kötü yapma yolunda çok hızlı ilerledim. Ninen sağ olsun işimi kolaylaştırdı seni şehirden attırdı böylece ona bağlı olan o iyi parçanı burada ele geçireceğim ve sen de saf kötü olacaksın hahahahahahah diye kötü gibi güldü. Mavişin gözleri doldu hayır dedi fısıltıyla. Nineme kendimi affettireceğim.  Koyu mavi ninen seni attırdı dedi seni sevmiyor. Maviş ise artık her şeyi net bir şekilde görebiliyordu koyu mavi konuştukça uzun zamandır susturduğu mavişin sesini duymaya başlamıştı ama eğer mavişin susmasına izin verirse ömür boyu ne ninesini görebilecekti ne de evine dönebilecekti. Bir hırsla ayağa kalktı asla vazgeçmeyeceğim dedi. Tam o sırada akan kapıdaki görüntü beyaz ninenin avlusundaki çörtene yansıtıldı beyaz  ninenin içi mutlulukla dolmuştu uzun zamandır görmediği mavişini görüyordu. Kapı nineye yardım etmişti ayırmıştı koyu ile mavişi hediyesi buydu kapının. Bundan sonrası maviye kalmıştı maviş mi olacaktı koyu mavi mi. Savaş başladı. Koyu mavi vücuda gelerek kapıdan çıktı artık yansıma değildi bedende bir varlıktı ve elinde yedi başlı bir kılıç tutuyordu gümüş işlemeli kopkoyu bir kılıç. Su kapıdan bir gürüldeme geldi her şey adil olacak ve koyu mavinin elindeki kılıcın aynısı yedi başlı bembeyaz bir kılıç mavişin önünde belirdi. Kıran kırana bir dövüş başladı. Bir kesik koyu mavi atıyordu bir kesik maviş. Koyu mavi konuşmaya başladı üzdün nineni nefret ediyor senden maviş bunları duydukça gücü azalıyordu sanki eli titredi bunu duyunca kılıç sallandı koyu bunu fırsat bilip kocaman bir kesik attı göğsüne acı ile haykırdı. Yankılandı sesi şehrinde beyaz ninenin içini buz kesti sanki ama biliyordu geri dönüş yoktu. Koyu mavi ile maviş dövüşüyordu hala, biri kazanacaktı ve iyi mi kötü ü olacağını tüm şehir izliyordu. Kuşlar susmuştu bekliyordu. Kapı şırıldamıyordu sessizdi. Mavişin canı kesiklerden yanmıyordu artık içi yanıyordu çünkü ninesini çok üzmüştü. Pişmandı,  ikisinde de takat kalmamıştı ama en çok da mavişte . Koyu mavi daha iyiydi beden susuz olduğu için yorgundu ama ruh olduğu için şu anda Mavişin üzüntüsünden besleniyordu.. Savaş sürdü  neden sonra bir an durdu Maviş başını eğdi kılıcı yere bıraktı. Yüzünde bir gülümseme ile koyu maviye baktı iyi olmak için içindeki koyu maviyi öldürmesi gerekiyordu. Anlaması bu kadar zor muydu gerçekten. Beyaz nine mavişinin yüzüne baktı içi rahata erdi bulmuştu çözümü mavişi bulmuştu bulmuştu. Sevinçten içi içine sığmıyordu. Koyu mavi de değişimi hissetti sinirlendi kalk diye gürledi mavişe maviş başını kaldırdı gülümsedi sadece. Savaş diye kükredi bu sefer koyu. Maviş hayır dedi senin istediğin bu ama seni savaşarak  yenemem. Koyu mavi korkuyordu ilk defa maviş çözmüş müydü sırrı? Kükredi tekrar savaş korkak diye. Maviş bir an sinirlendi ama durdurdu kendini hayır dedi böyle olmayacak. Seni yani kötüyü sadece sevgi yenebilir. Ne kadarda aptalmışım. Maviş koyu maviye doğru yaklaştı kollarını açtı. Gel dedi koyu maviye seni seveyim sen de benim bir parçamsın seni kabul ediyorum. Gözleri sevgiyle bakıyordu Mavişin. Koyu mavi hayı!!r diye hayırdı hayır aynı bedende kalamayız hayır böyle olmaz. Ama maviş yaklaşıyordu koyu mavi olduğu yerde çakılıp kaldı. Maviş çözmüştü sırrı toprak yolda biraz daha ilerleyip sarıldı. Koyu maviye sarıldığı an ninesinin kahkahasını çağlayan sudan duydu daha da güçlü sarıldı. Seni kabul ediyorum kötü parçam dedi.

Koyu mavi hayır diye bağırarak ışıldamaya başladı kopkoyu görünen ışığı gittikçe açıldı açıldı açıldı ta ki beyaz olana kadar sonrada mavişin her yanını sardı. Parıldıyordu maviş artık.

Gururla kapıya doğru yöneldi torak yolda çarıklarının yaptığı sesi dinledi sahi ne zamandır duymuyordu kuşları ya da şu şırıltıyı.

Sarmaşıklarla çevrili sudan kapıya yaklaştı ey kapı beni şehrime nineme götür. Hava titredi yine etrafında dalgalandı mavişin onu aldı yukarı yukarı  yukarı fırlattı ve bir anda artık şehrin üzerindeydi sokaklar nerede  çıkıyor nerede bitiyor anlamıyordu ve bir anda  maviş bembeyaz ninesinin kollarındaydı ağlayarak sarıldı özürler diledi.

Beyaz nine sıcacık gülümseyerek sarıldı torununa geçti evladım artık büyüdün tamsın dedi. Hem kötüyü hem iyiyi tanıdın yolun bahtın açık olsun inşallah diye dua etti ve öptü. Avludaki çörten de taştan yuvasında kaynayarak bu neşeye ortak oldu. Taştan çiçek işlemeleri  dans ediyordu sanki etrafında.

 Nine toruna sarıldıktan sonra döndü çörtene 77 kapılı şehir ey 77 çeşme dileyin benden ne dilerseniz,  torunumu kurtardınız. Çörtenler kapılar çeşmeler hep bir ağızdan Mardin herkesi işte böyle terbiye eder diye seslendiler ve gülüştüler. Tek dileğimiz bu yaşananlar dilden dile dolaşsın  ve anlatılsın iyi ve kötü tanınsın dediler. Nine bu dileği kabul etti ve gördüğü her kimseye bunu anlattı ta ki duymayan  bir kişi dahi kalmayana kadar. Maviş artık her şeyin farkında iyi bir insandı ve hayatlarını geri kalanında nineni ile halkın arsında efsane olarak dolaştılar. Anlattılar anlattılar anlattılar iyiyi kötüyü her şeyi.

Onlar artık ne şimdide ne geçmişte onlar her yerde. Artık siz de biliyorsunuz her şeyi sevgi ile yenebiliriz.

Size fısıldayan o çeşmeleri duyun o şırıltıların altında yatan sevin sevin sevin seslerine kulak verin.

SADECE SEVİN VE BAKIN HAYATINIZ NASIL DEĞİŞİYOR..



HÜLYA OLĞAÇ

Düşünce ve İnsan

Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana - sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.". Kısacası böyle bir günde Mardin çarşısında Mehmet ustanın çarşısının önünden geçerken küçük bir çocuk gördüm. Elinde kırmızı spidermenli çantası ile bir simit vardı. Onu yiyordu. O anda annem aklıma geldi. Neden insanlar duyarsızlaşıyor. Anne oğul neden birbirlerini s tanımamazlıktan geliyorlar. Annem derdi hep, çocuklar aç okula gitmesin diye iştahım olmamasına rağmen kalkıp onlarlakahvaltı ederdim derdi. Sahiden de öyleydi. Bize akşamdan küçücük fırınımızda poğaçalar yapardı. Pişince bir tepsiye koyardı. Sonra parçalardı. Bu esnada Ali amcanın kahvesinin önünde yaşlı bir adam vardı. Üzerinde eski bir palto ile yırtılmış ayakkabısı vardı. Yazın ağacın altında yatardı. Ben onu izleyedururken kendi kendine konuşmaya başladıç Zamanı geçti artık dedi. Ama neyin zamanı? Geçen zaman ne kadarlık bir zaman diliminde? Ne zamandan itibaren geçti? Düşünedurdum bunları. O da dökülmüş dişleri ve buruşmuş yüzüyle devam etti. Ne öyle müşteri kaldı ne de böyle zaman. Sanıım derdi büyüktü. Oturup birkaç kelime konuşmak istedim Ali amcanın dükkanının önündeki merdivende oturarak. Ama o kadar sinirli duruyordu ki yanına yaklaşmaya korktum. Yalnızca onu izledim yüzüme vuran güneşle. Demek ki yaşlı adamd bir şeyler ters gidiyor. Başarılı bir insan olmayı herkes ister ama başarıya ulaşmak için adımlarımızı yerinde ve zamanında atmamız ve her adımın hakkını vermemiz gerekir. Ancak o zaman  belirlediğimiz hedefe ulaşabiliriz.
Sevgi Dağ