Kapatın gözlerinizi.Durun ve karanlığı seyredin.Tüm zamanların dışında,tüm çağların içinde. Her yerin hiçbir yerinde,hiçbir yerin gölgesinde.İşte böyle bir gece.Mardin’de bir gece.Gündüzü mezarlık,gecesi gerdanlık şehirde Yorgunluk havada,gariplik suda, suskunluk rüzgarda.Simsiyah bir sessizlik.Uyku bile uykuda.Bir masal gibi başlar hikaye.Küsmüş rüyaların diyarından göçmüş,hayaller kurar yalnız odasında.Tüm sokaklarda yürüyüp hiçbir yerden geçmeden kendi kabrini arar uçsuz bucaksız şehirde.Kalbine sorar kimsin bu cihanda.Bir gece yürüyüşüyle yürür ve dinler sessizliği.Ovadan esen soğuk rüzgarın ruhuna teslim eder varlığını.Sonu sonsuzluk olan varlığından kopuk hali ile dikkatini ne çeker?Kuşlar mı,sular mı,rüzgar mı?Yakarışı andıran bir nida yankılanır yedi kat semada"Ey en güzel şarkıların üstadı kuşlar!Ey kadim çeşmelerin can veren suları!Ey diyardan diyara ruh taşıyan,kanımı donduran rüzgar!"Yoldaş arar yemyeşil ovada. Gökte yıldızlar parlar bu uğurda.Kuşlar göçtü, sular kurudu,sular dilfigar...Rüzgar duruldu..."Kuşlar ses verin!" Kuşlar lal.."Sular hayat verin bu kurumuş ruhuma!"Sular camid,sular suskun.. "Rüzgar bir şey söyle" -Benimle besleniyorsun ya…
Bir adım daha atarsa, yanar,kavrulur der şehir.Aşk vadisinde mühür kimin?Muhabbetin adı kim?Varlıkların tadı nerede?Ne var yanına alacak? Sonsuzluğa giden yolda kim dayanağı olacak?Baharın bağrından kopup kim niye arar ki kabrini?Mardin’de baharın geldiğini anlamazsın derler,hem de nasıl anlarsın.Her ruha nasip olmaz baharı yaşamak.Baharın ışığıyla aydınlanmalı karanlığın.Dermansız kalır dizler.Teselli arar kalp.Hüzünle çarpar kalp:Onun kalbi.Merhametli bir çift soğuk el aydınlatır yolunu.Varlar yok,yoklar var olur.Sular taş,taşlar rüzgar olur.Dağlar kum,kumlar divane olur. Çağlar eskir Mardin’de.Bitmiş aşkların sessiz şehrinde bir kandil yanar sönmez gecelerde.Yeryüzünde vefa yok mu?Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin ?Üzülme ve aç gözlerini.Aç ve gör.Ötelerin ötesi bekliyor seni.Ne kadar zaman geçti bilinmez.Günler ay,aylar yıl olur ve asırlar olur.Toprağın bağrındaki su gökyüzüyle buluşurken bir sessizlik kaplar seher vaktini. Her şey sus pus olur.
Kainatta insana dair kalmış tek kutsal ses yankılanır çağlar ötesinden.Taşların şarkısı , suskun kuyular eşlik eder aşkla. Dile gelir yerin altındakiler.Bir görev bilir kalmış atalardan."Burası dardır,burası karanlıktır.Ya bir kuyudur,ya bir çukurdur ya bahçedir.Yanında ne getirirsen odur.
Taş getirirsen dört duvardır.Ağaç getirirsen bahçedir.Işık getirirsen cennettir."
Bir inançtı bu kutsal kitabından
Ay doğar yine parlar uzerinde
Solsa da zaman Mardin’de...
7 Mayıs 2016 Cumartesi
4 Mayıs 2016 Çarşamba
Küçük Cin
Zamanın birinde, bundan çok yıllar önce. Saraylarda padişahların yaşadığı, meydanlarda okların atıldığı, pazarlarda altın sikkelerle alış veriş yapıldığı zamanın birinde... Mezopotamya'da, dağların tepesinde ve eteklerinde kurulmuş bir şehir varmış. Adı Mardin imiş. Dışardan bakılırsa kapalı, taşla kapatılmış bir şehirmiş. Şehre girebilmek için şehrin dört kapılarından biri kullanılırmış. Kapılar yabancı insanları engellemek için yapılmış. Fakat cinleri engellenememiş. Cinler Mardin'e gelip orada yaşarmış. Ortak bir şehirmiş. Evler üst üste yapılmış, çok karışıkmış. Evler sanki cinler tarafından yapılmış. Sokaklar nerden çıkıyor nerede bitiyor bilinmezmiş. Dar sokaklar arasında kaybolabilirmiş. Yolu ararken sanki kendi kabrini aramış gibi olurmuş. Karanlık saatlerde insanlar her yerde yayılan abbaralara girmekten korkarmış. Abbaralar, kitlenirmiş .belki de cinler bunu yaparmış
Mardin'in en tepesinde ünlü bir kale varmış. Kalenin altında kuyular varmış ve Mardin'deki seksen bir akan çeşme hepsi kaledençıkmış. Çeşmeleri yapan cinlerdir. Cinler yerin altından gider, su yolları yapar ve mahallerin içine kadar su gitirirmiş. Cinler hem insanlara yardım edermiş hem de korkuturmuş. Cinlerin arasında küçük bir cin varmış. Küçük cin büyük cinlerin insanlara yardım etmelerine şaşırmış. İnsanları keşfetmeye çıkmış. Su yollarını takip etmiş, takip ederken çeşmerlerin etrafında insanlar toplanmış. Su aldıklarını görmüş ve bir adamın arkasına gitmiş, adam ile eve girmiş ve pencerede oturan bir çocuğu görmüş. Çocuk engelliymiş, yürüyemezmiş. Küçük cin çok üzülmüş ve cocuk ile arkadaş olmak istemiş. Ertesi gün sabah küçük cin, engelli çocuğun yanına gitmiş, ama onu evde bulamamış. Evin etrafını aramış ve çocuğu damda bulmuş. Çocuk gökyüzüne bakarmış ve kendi ile sesli bir şekilde konuşurmuş. Küçük cin çocuğun yanına gitmiş, oturup çocuğu dinlemiş. Çocuk " Bugün baharı her yönüyle hissedebiliyorum, kokusuyla, renkleriyle, serinliğiyle ve de sesleriyle" demiş. Çok mutluymuş. Küçük cin çok şaşırmış,çocuk nasıl mutlu olabilirmiş.Çocuklar dışarda uçurtma uçurmuş ve o izlermiş ama onlar gibi mutluymuş. Küçük cin çocuğa " Nasıl mutlu olabilirsin?" diye sormuş. Çocuk " Rüzgarı en iyi hissettiği ve binalardan uzaklaştığı yer olarak görüyor dağı. Zaman geçtikçe artık rüzgar ve hava ile de iletişime geçersin. Rüzgar ile bir bağ kurarsın. Nereden nasıl estiği ve hızı o günkü planının bir parçası ve önemli bir etkeni olurmuş, sen de hissederek yaşarsın, her zaman yaparak değil." diye cevap vermiş. O günden beri arkadaş olmuşlar ve birbirlerini bırakmamışlar.
Baba ve 4 oğul hikayesi
Çok çok eski
zamanlarda mezopotamyanın bir köyünde emekli bir terzi yaşarmış. Bu yetenekli adamın
4 tane işe yaramaz hiçbir işte dikiş tutmayan oğlu varmış. Gel zaman git zaman
bir dönem ovada yağmur yağmaz olmuş ekinler yetişmez olmuş. Ovanın bütün
köyleri bu buhrandan çok kötü etkilenmiş ve yiyecek ekmekleri dahi kalmamış. O
dönem Mardinin Azizi çok miktarda buğday depolamış olduğu için bütün köylüler
oraya akın etmişler. Mardine insanların akın etmesiyle güvenlik en alt seviyeye
inmiş ve hırsızlık gibi suçlar birden artmış. Bunun üzerine kral giriş ve
çıkışları kontrol etmek için bu her tarafı açık medeniyet kentine 4 tane kapı
yapmış. Kapılar o dönemin en iyi kapı ustaları tarafından yıllanmış ceviz
ağacından yapmışlar. Diyarbakır kapı, Yeni kapı, Savur kapı ve Şıvat kapı olmak
üzere. D. Bakır kapı yüklerin arabaların ve kervanların girebilmesi için geniş
yapılmıştı ve adeta bir kale kapısını andırıyordu. 40 asker dev kütükle bile
zor açardı o kapıyı. Çünkü buğdayın büyük bir bölümü orada yapılmış silolarda
korunuyordu. Devrin en iyi muhafızları tarafından korunuyordu. Kapının üzerinde
Mardin azizini yücelten yazılar ve Allah ın birliğini ve dirliğini öven sufi
yazılar en iyi ustalar tarafından oyulmuştu. Savur kapı ve Şıvat kapısı da aynı
şekilde ve daha küçük yapılmışlardı. Bu kapılar ovadan gelen insanların
kullandığı kapılardı. Yeni kapısı ise sadece kral yardımcıları ve ailesinin
kullandığı kapıydı. Bu kapının etrafında gezinmek bile suç teşkil ediliyordu.
Bu kapı bir tonozdan oluşuyordu ve tonozun her iki tarafına büyük iki kapı
yapılmıştı. Eskiden de orada bir kapı varmış ve kral insanlara buradan hitap
ediyordu. Daha yeni ve güçlü iki kapı yapıldığı için buna yeni kapı demişler.
Diğer taraftan köylüler büyük bir itiş kalkışla ve izdihamla buğday almak için
kapılara koşuyorlardı.
Emekli terzi
çocukları her ne kadar tembel olsalar da onları çok seviyordu ve hiçbir işte
çalıştırmıyordu. Ama kendisi çok yaşlı olduğu için ve kıtlık onları aç sefil
bıraktığı için çocuklarını buğday almaları için Mardine gönderir. Onları
göndermeden önce onları iyice tembihler
ve onlara yayında götürmeleri biraz para ve eski asil çocuklarının giydiği
tuğralı birer elbise diktirir çantalarına koyar ve onları öyle uğurlar. Ayrıca
o elbiseyi şehre girmeden önce giymelerini söyler ki kimse onlara karışmasın.
Emekli terzi önceden orduda savaşan askermiş aynı zamanda terziliği sevdiği
için kendisi ve arkadaşları için elbiseler dikermiş. Komutan bunu görünce onu
asker üniforması yapması için görevlendirmiş ve o günden sonra askerler için
elbise dikermiş hatta çok yetenekli olduğu için tuğraları falan sadece o
yapabilirdi. Derken 4 kardeş kendilerini yolda görmüşler. Su sen falansın sen
filansın demez elmayı da büyütür dikeni de. Yani dört kardeş birbirine hiç
benzemiyorlar. Büyük kardeş her zaman babasının lafını çok iyi dinlerdi. Ondan
küçük kardeş çok zeki olmasına karşın aklını hep boş işlerde kullanır başını
belaya sokar. Diğer iki küçük kardeş de çok tezat ki çapkındırlar ve önlerine
her gelen kıza takılırlar eğlenirler. Neyse bunlar uzun ve yorucu bir akşamın sonunda
Mardine varırlar. Büyük oğlan babalarının dediği üzere D.bakır kapıdan girmek
için yol alır ama kardeşleri onu dinlemez ve yorgun olduklarını mazeret ederek
bir handa geceyi geçirmek isterler. Küçük iki kardeş kralın kızının güzelliğini
görmek için Yeni kapıya giderler ama umduklarını bulamazlar. Muhafızlara kralın
kızını görmek istediklerini söylerler tabi muhafizlarda onları tutuklar ve
nezarethaneye atarlar. İki deli çocuk başlarına büyük bela almışlar öylece.
İkinci oğlan ise babalarının onlara verdiği parayla buğday alıp kapı önünde
içerde buğday bitti diye karaborsacılık yapmaya başlamış. Bu da babasının
söylediklerini unutmuş ve sonunda muhafızlar tarafından nezarethaneye
atılmıştır. Büyük oğlan ise babasının söylediklerini aynen uygulamış yanında
getirdiği soylu üniformasını giymiş ve Diyarbakır kapıdan içeriye girmeye
çalışmıştır. Bunu gören kapının yanındaki aç hırsızlar soylu görünümlü büyük
oğlana ‘Şimdi onda ne paralar vardır’ diye saldırmışlar.Aralarında kavga çıkmış
ve oğlan cebindeki birkaç kuruşu vermemek için hırsızlara karşı direnmiş. Daha
sonra hırsızlar tarafından aldığı bıçak darbesiyle yere yığılmış. Onu derhal
sağlık ocağına götürmüşler. Daha sonra durumu kötü olduğu için askeriyedeki
revire getirirler. Burası krala bağlı devlet işlerinin yürütüldüğü bir
binaymış. Revağın olduğu yerde dar ağacı kuruluyormuş. Aşağıda nezarethane
varmış. Suçlular Üst katta mahkemede yargılanıyor idam kararı çıkanlar revağın
altında herkese ibret olsun diye idam ediliyor. Daha sonra onları kör kuyulara
atıyorlar. Dar ağacı parçaları üçgen bir şeydir ve gerektiğinde takılıp
sökülüyor. Üst katın avlusundaki yapı ise revir olarak kullanılıyor. Doktor
durumu çok ağır olan çocuğu görünce onu hemen ameliyathaneye almak istedi ama
çocuk ölmek üzereydi. Doktor çocuğun omzundaki tuğrayı görünce çok şaşırdı ve
bunun ona kimin verdiğini söyledi. Çünkü bu üniformayı sadece en yakın arkadaşı
o terzi yapabilirdi ve oda emekli olmuştu. O adamın oğlu şimdi ölmek üzere ve
babasının arkadaşına bakarak ‘babam verdi’ diyebildi zorla. Sonra kardeşlerini
sordu doktora onların başına ne geldiklerini öğrenmek istedi. Doktor şok
olmuştu adeta. Yapabildiği tek şey omzundaki tuğrayı öpmek oldu. Kardeşlerini
bulmak için dışarı çıktı ve bir polise olanları anlatmaya çalışırken büyük
oğlan içerde son nefesini veriyordu. Polis doktora dün akşam üç gencin
nezarethaneye geldiklerini ve sabah yargılandıktan sonra dar ağacında idam edildiklerini
söyleyince doktor mecnuna dönüyor ve onların atıldıkları kuyuya gelip ağlamaya
başlıyor. O kadar ağlıyor ki kuyu onun göz yaşlarıyla dolup taşıyor. Sonra
diğer kuyulara kaynaklar su vermeye başlıyor. Böylece ova halkı kıtlıktan kurtuluyor. Ova toprakları o günden sonra gözyaşıyla
sulandığına inanılıyor.
Ahmet Özdemir
FOTOĞRAFÇI
Uyuduğu yerden fırladı kız aniden.Nefes nefese kalmıştı.Baş ucunda bulunan sehpanın üzerinden bir yudum su aldı. Uyumaya çalışıyordu ama hala rüyanın etkisindeydi. Saate baktı.saat gece iki.pencereyi açıp dışarıya baktı sokaktaki sessizliği,serin havayı çekti içine az da olsa iyi gelmişti ona.Sonra rüyasını hatırlamaya çalıştı. Rüyada her bir karakter iki kişilikti.Hem kendisiydi hem de kendisine yabancıydı. Bir bedende iki farklı insan yaşıyordu.Ve kız etrafına bakındı. Hem kendisi olan hemde yabancısı olanı arıyordu. ‘Zehra’ Kendisi olduğu zaman.’Zenan’ ise kendisinden uzaklaştığı zamandı. Bunu kendisi bilmiyordu ama.Çünkü rüyadaki diğer insanlarda bilmiyordu aslında kendisine yabancı olduğunu. Rüyada sahil kenarında fotoğraf çekilir diye bağırıyordu bir adam. Zenan adamın sesine doğru yürümeye başladı. Etrafta bir sürü Zehra ve zenan vardı. Palyaçoculuk yapan kişiler, maske takanlar yani ‘zenan’ vardı her yerde. sahilde oturup tek başına anlamsız gülümseyen ‘zehra’larda vardı. Sahilde fotoğraf çeken birkaç yer vardı.fotoğrafçı adam kadrajı ayarladı ve sırtınu denize veren zenanın bir fotoğrafını çekti. Bir yabancı tarafından başka bir yabancının dondurulmuş bir ‘an’ını çekti. Fotoğrafçı her çektiği bir fotoğrafın kopyasını kendi duvarına asıyordu.Ve Zenana bir tane fotoğraf verdi.Zenan yürümeye devam etti.Daha da ileri de bir garip fotoğrafçı vardı. Müzik dinleterek fotoğraf çektiriyordu insanlara. En çok hangi müziği sevdiklerini soruyordu. Ve o şarkıda ne hissediyorsa öyle hareket etmesini söylüyordu fotoğrafçı. Zenan müziği söyledi. Eğlenceli bir parçaydı. durgun sakin zenan Zehra oldu aniden. Kendisi olmuştu orada.Canlandı , dans etmeye başladı, fotoğrafçıyı unutmuştu Zehra; Zenan’ı saklamıştı müziğe. Ve o anda fotoğrafı çekildi. Gözü kapalı olmasına rağmen flaştan dolayı durdu. Fotoğrafçı gülümseyerek fotoğrafını uzattı ve şöyle dedi: İnsan kendisi olduğu zaman hep aynı tebessüm , aynı heyecanı yaşıyorlar. Baksana bu fotoğraflara dedi. Çantasından çıkardığı bir sürü fotoğrafı göstererek.Herkes fotoğrafta Zehra idi. Her yabancı bir fotoğraf ile bağlandı birbirine. Zehra şaşırmış bir şekilde fotoğraflara bakıyordu.o an donakalmıştı herkes o olmuştu. Altında yabancıların ismi farklı ama hep ayı yüz, aynı heyecan, aynı bakış vardı. Ürktü. Karanlık bir kuyunun dibinde ölümü beklerken ansızın bir ışık görmesi gibi bir histi Zehra’nın yaşadığı. Aslında yaşamanın nasıl bir şey olduğunu anlamıştı. Zenan’ı artık bırakmanın zamanı geldi diye bağırmaya başladı. Sevinçle ağlayarak bütün insanlara dağıtmaya başladı. Aniden karşısına Zenan çıktı. Elindeki silahı Zenan’a doğrultarak beni yalnız ırakamazsın dedi.Hep kendin olamazsın. Zenan’ın gözü dönmüştü.Zehra donakalmıştı.Silahı doğrultanda oydu , hedefte olan da oydu.Eğer zenan zehrayı öldürürse zenan da ölür müydü diye içinden geçirdi.ve zenan tetiği çektiği gibi zenan ve Zehra yere yığıldı.Sırtları birbirlerine dönüktü.Zehra güneşin doğuşunu ölürken izledi zenan ise aynı anda güneşin batışını izledi.Ve fotoğrafçı o anda iki yabancının ölüm ve dirilişi fotoğrafladı.fotoğrafın flaşından dolayı rüyadan uyanıverdi…rüyadan uyanan kız Zehra ve zenana birer teşekkür etti gecenin ikisinde . yabancının kim olduğunu öğrettikleri için…
Mikail Oğuz
BİR İNANÇTI BU KUTSAL KİTABINDAN
Kapatın gözlerinizi
Durun
Ve karanlığı seyredin.
İşte böyle bir gece.
Mardin’de bir gece
Ve karanlığı seyredin.
İşte böyle bir gece.
Mardin’de bir gece
Gündüzü mezarlık, gecesi
gerdanlık şehirde
Yorgunluk havada
Gariplik suda
Yorgunluk havada
Gariplik suda
Suskunluk rüzgarda
Simsiyah bir sessizlik
Simsiyah bir sessizlik
Bir masal gibi başlar hikaye
Uyku bile uykuda.
Küsmüş rüyalar
Hayaller kurar yalnız odasında
Kendi kabrini arar uçsuz bucaksız şehirde
Kendi kabrini arar uçsuz bucaksız şehirde
KALBİNE SORAR KİMSİN
BU CİHANDA
Bir gece yürüyüşüyle yürür ve dinler
RÜZGARIN RUHUNA
TESLİM eder varlığını
Bu ruh hali ile dikkatini
ne çeker?
Kuşlar mı,sular mı,rüzgar
mı?
Ey güzel şarkıların üstadı
kuşlar
Ey kadim çeşmelerin can
veren suları
Ey diyardan diyara ruh
taşıyan,kanı donduran rüzgar!
yoldaş ARAR yemyeşil
ovada
Gökte yıldızlar PARLAR BU UĞURDA
Gökte yıldızlar PARLAR BU UĞURDA
Kuşlar göçtü
Sular kurudu,sular dilfigar
Rüzgar duruldu
Kuşlar ses verin
Kuşlar lal
Sular hayat verin şu kurumuş ruha
Sular camid,sular suskun
Rüzgar bir şey söyle
Benimle besleniyorsun ya…
Bir adım daha atarsa, yanar,
kavrulur der şehir
Aşk vadisinde mühür
kimin
Muhabbetin adı kim
Varlıkların tadı
nerde
Ne var yanına alacak
Kim niye arar ki kabrini
Mardin’de baharın geldiğini anlamazsın derler
Hem de nasıl anlarsın
Her ruha nasip olmaz bu bahar
Baharın ışığıyla aydınlanmalı karanlığın
Dermansız kalır dizler
Teselli arar kalp
Hüzünle çarpar kalp
Onun kalbi
Merhametli bir çift soğuk el
Varlar yok yoklar var olur
Sular taş,taşlar rüzgar olur
Dağlar kum,kumlar divane olur
Çağlar eskir Mardin’de
Bitmiş aşkların sessiz şehrinde
Bir kandil yanar sönmez gecelerde
Yeryüzünde vefa yok mu?
Seni teselli edecek birini
mi arıyor kalbin
Üzülme ve aç gözlerini
Aç ve gör
Ötelerin ötesi bekliyor seni
Ötelerin ötesi bekliyor seni
Dile gelir yerin
altındakiler
Burası dardır,burası karanlıktır.
Ya bir kuyudur,ya bir çukurdur ya bahçedir.
Yanında ne getirirsen odur.
Taş getirirsen dört duvardır.
Ağaç getirirsen bahçedir.
Ağaç getirirsen bahçedir.
Işık getirirsen cennettir.
Bir inançtı bu kutsal kitabından
Ay doğar yine PARLAR
ÜZERİNDE
Solsa da zaman Mardin’de
Solsa da zaman Mardin’de
3 Mayıs 2016 Salı
VARLAR VAR YOK YOK İMİŞ
Bir varmış
bir yokmuş. Evvel zaman içinde zamanların en eskisinde her yanından suları akan, aktıkça akan ne azalan ne artan hep
aynı akan, konuşan çeşmeleri, çörtenleri olan bir şehir varmış. Adı da Mardin imiş .Bu
şehirde varlar var, yok yok imiş. Sayısı tam bilinmez ama siz deyin 7 ben deyim 77 tane çeşmesi varmış bu şehrin.
Ancak hepsi birbirinden efsunlu. Tabi böyle şehir korumasız olur mu? Zamanın kralı
emir vermiş bu 77 sihirli çeşmeli şehre
77 sihirli kapı yapılmış. Her kapının önündekini gösteren ayna misali kendi çeşmesi varmş. Yani işin
aslı 77 çeşmemiz 77 kapımıza bekçiymiş. Ama kapılarda ne kapı akan su
perdesinden kapılarmış. Ne ahşaptan ne demirden ne altından bildiğin sudan
kapılar. Özellikleri varmış ama kapıların. Bu kapılardan sadece o şehrin yaşayanları ve amacı niyeti
sadece iyilik olan insanlar geçebilirmiş. Eğer kötü niyetliyseniz akan su
kapısından geçemez konuşan çeşmenin gazabına uğrarmışsınız. Bekçilerimiz bekleyen
dursun kapılarımızda biz gelelim bu şehrin güzel mi güzel evinde yaşayan tatlı
mı tatlı bir nineye. Beyaz ninenin 7 kızı 7 oğlu varmış lakin 7 kızından 7. si hariç
hepsi ayrı diyarlardaymış. Beyaz ninenin Pembe adlı tatlı mı tatlı kızından
olma mavi diye torunu olmuş. Mavi’nin bahtı açık mı kapalı mı bilinmez ama, Mavi
daha gözünü açmadan anası gözünü yummuş. Bir ninesi bir o efsunlu şehirde baş başa
kalmışlar.
Gel zaman
git zaman aylar ayları kovalamış Mavi büyümüş 7 yaşına gelmiş. Beyaz ninesini
çok mu çok severmiş. Zaman ve çeşmeler
aka dursun Mavi büyümeye devam ediyormuş her geçen gün. Beyaz nine de gün
geçtikçe yaşlanıyormuş ne yazık ki. Mavi
olmuş 17 Beyaz nine olmuş 77. Mavi zeki mi zeki bir çocukmuş ama olacağı var ya
hani bazı kötü arkadaşlar musallat olmuş
Maviye. Ara ara baş kaldırır olmuş ninesine. Beyaz nine gençtir demiş ses
etmemiş. Yüzünden gülümseme eksik olmayan Mavinin yüzünde artık gülümseme olmaz
olmuş kaşlar çatılmış bir iki sinir çizgisi gelmiş yüzüne deniz mavisi gözleri
bile kararmış sanki zamanla. Beyaz nine kederden olsa gerek yataklara düşmüş. Kalbi
aksar olmuş öksürürken sarsılıyormuş artık yaşlanan vücudu. Ama Mavi kötü
arkadaşlarla takılmaktan görememiş ninesinin bu halini. Bir gece eve gelmiş Mavi.
İtmiş ağır meşe yapıyı ileri doğru gıcırdamış biraz sanki homurdanıyormuş gibi
Maviye. Aynı avluda aynı binada 7 aile
tuvalet tek tabi o zamanlar. Mavi ne selam vermiş ne de sabah tüm komşular yüz
çevirmiş Maviden. Ninensinin öksürme sesi iki kol boyundaki duvarları aşıp
Mavinin kulağına kadar gelmiş.Bir an içi sızlamış Mavi’nin ama sadece bir an
sonra yürümüş ninesinin yanına gelmiş. İkinci kapıyı da açmış umursamazca. Nenesi
küçcük olmuş yatıyormuş yatakta. ‘’Hey ihtiyar ne yapıyorsun ?’’demiş. Beyaz nine
ses etmemiş. Arkası Maviye dönük iki damla yaş akmış gözlerinden ‘’Nerede benim
Mavişim bu koyu Mavi de kim?’’ diye yüreğinden geçmiş. Lakin ses etmemiş. Mavi sinirlenmiş.
Sesini yükseltmiş ninesine ‘Heyyy ihtiyar
ses versene yemek nerede?’’demiş Beyaz ninenin içine bir dert oturmuş ki
sormayın. Akan iki damla yaşı taş kesmiş resmen. Tek koluna dayana dayana
yataktan doğrulmuş ayaklarını sarkıtıp
çarıklarını giymiş. Ayağa kalkıp bir adım atmış sendelemiş tam Mavi tutacakken
kolundan ninesinin öyle bir bakış fırlatmış ki nine Maviye, Mavi yerinde kalmış. Nine ağır aksak açık
kapıdan avluya çıkmış. Akan çörtene bakmış önce duasını etmiş içinden içime ak
çörten gücünü ödünç ver torunuma ders gerek ceza gerek. Çörten dile gelmiş ama
sadece nine duymuş nine nine sen yeter ki dile gücüm senindir, ama bana izin
vermen gereklidir ki bu derste cezada sana yardımcı olayım. Nine gülümsemiş bi
tek çörten görmüş ve ışıldamış bembeyaz Beyaz nine. Aldığı güçle gürleşen
sesiyle ‘’Eyy komşular eyy Mardin beni
dinleyin 77 çörten 77 kapı ey efsunlu şehir’’. Havada bir titreşim olmuş sanki.
Mavinin içi buz kesmiş bi an beklemiş akıbetini. Nine devam etmiş ‘’Ey iyi
niyetlileri seven kötü niyetlileri içeri almayan kapılar dileğim varddır
sizden. Bu torun ne iyi bir torundur ne de hayırlı bir şehir yaşayanıdır. Faydası
yoktur üzülerek diyorum ki (gözünden bir damla daha yaş akar ninenin) hatası
çoktur! Bensem eğer velisi bu çocuğun o zaman akıllanması için de ben sorumluyum.
Ey çörtenler ey şehir atın dışarı bu çocuğu ne suyunuzdan bir damla içebilsin
ne de yıkanabilsin almayın sakın içeri
yüreği sevgiyle dolmadan aklı günahtan arınmadan.’’ Mavinin buz gibi olmuş
elleri. Kem küm etmiş ama her şey o kadar hızlı olmuş ki gürlemiş avludaki
çörten ‘’Dilenen gerçekleşecek bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.’’Hava
soğumuş Mavinin etrafında bir girdap olmuş sular havalanmış havalanmış dışarı
fırlatmış Mavi’yi. Mavi bir andan kendini dışarda bulmuş. İçi içini yiyordu Mavi’nin ağlamaklı oldu
gözleri. Baktı sudan kapıya uzun uzun etrafındaki yeşil sarmaşıklara ve
sarmaşıkların bittiği yerdeki kahverenginin belki de en güzel tonundaki taşlarına
bakmış. Pişmanmış hem nasıl. Ağlamaya başlamış nine nine diye ama nafile ninesi
onu affetmeden ne onu görebilirmiş ne de bu berrak sulardan içebilirmiş.
Ağlarken içindeki Koyu Mavi konuşmuş. Sus ağlama sen istedin bunu. Maviş korku
dolu gözlerle etrafa bakmış ama görememiş kimseyi gözü sudan kapıya
takılmış. Yansımasını görmüş kapıda. Sahi ne ara bu kadar çatık olmuş kaşı ya
da ne ara bu kadar çizgiler eklenmiş yüzüne bilememiş. Ve görüntü tekrar dile
gelmiş. İki adım geriye zıplamış Mavi korkudan sen de kimsin demiş. Kötü kötü
gülmüş Koyu Mavi ben senin bu aralar en sevdiğin kötü parçanım. Seni ninene kötü
davranman için ben zorladım. Gerçi sen de meyilliydin zaten. İçkileri benim
sayemde içtin. Benim sayende komşularınla küstün. Seni harika bir kötü yapma
yolunda çok hızlı ilerledim. Ninen sağ olsun işimi kolaylaştırdı seni şehirden
attırdı böylece ona bağlı olan o iyi parçanı burada ele geçireceğim ve sen de
saf kötü olacaksın hahahahahahah diye kötü gibi güldü. Mavişin gözleri doldu
hayır dedi fısıltıyla. Nineme kendimi affettireceğim. Koyu mavi ninen seni attırdı dedi seni
sevmiyor. Maviş ise artık her şeyi net bir şekilde görebiliyordu koyu mavi
konuştukça uzun zamandır susturduğu mavişin sesini duymaya başlamıştı ama eğer
mavişin susmasına izin verirse ömür boyu ne ninesini görebilecekti ne de evine
dönebilecekti. Bir hırsla ayağa kalktı asla vazgeçmeyeceğim dedi. Tam o sırada
akan kapıdaki görüntü beyaz ninenin avlusundaki çörtene yansıtıldı beyaz ninenin içi mutlulukla dolmuştu uzun zamandır
görmediği mavişini görüyordu. Kapı nineye yardım etmişti ayırmıştı koyu ile
mavişi hediyesi buydu kapının. Bundan sonrası maviye kalmıştı maviş mi olacaktı
koyu mavi mi. Savaş başladı. Koyu mavi vücuda gelerek kapıdan çıktı artık
yansıma değildi bedende bir varlıktı ve elinde yedi başlı bir kılıç tutuyordu
gümüş işlemeli kopkoyu bir kılıç. Su kapıdan bir gürüldeme geldi her şey adil
olacak ve koyu mavinin elindeki kılıcın aynısı yedi başlı bembeyaz bir kılıç
mavişin önünde belirdi. Kıran kırana bir dövüş başladı. Bir kesik koyu mavi
atıyordu bir kesik maviş. Koyu mavi konuşmaya başladı üzdün nineni nefret
ediyor senden maviş bunları duydukça gücü azalıyordu sanki eli titredi bunu
duyunca kılıç sallandı koyu bunu fırsat bilip kocaman bir kesik attı göğsüne acı
ile haykırdı. Yankılandı sesi şehrinde beyaz ninenin içini buz kesti sanki ama
biliyordu geri dönüş yoktu. Koyu mavi ile maviş dövüşüyordu hala, biri kazanacaktı
ve iyi mi kötü ü olacağını tüm şehir izliyordu. Kuşlar susmuştu bekliyordu. Kapı
şırıldamıyordu sessizdi. Mavişin canı kesiklerden yanmıyordu artık içi
yanıyordu çünkü ninesini çok üzmüştü. Pişmandı, ikisinde de takat kalmamıştı ama en çok da
mavişte . Koyu mavi daha iyiydi beden susuz olduğu için yorgundu ama ruh olduğu
için şu anda Mavişin üzüntüsünden besleniyordu.. Savaş sürdü neden sonra bir an durdu Maviş başını eğdi
kılıcı yere bıraktı. Yüzünde bir gülümseme ile koyu maviye baktı iyi olmak için
içindeki koyu maviyi öldürmesi gerekiyordu. Anlaması bu kadar zor muydu
gerçekten. Beyaz nine mavişinin yüzüne baktı içi rahata erdi bulmuştu çözümü
mavişi bulmuştu bulmuştu. Sevinçten içi içine sığmıyordu. Koyu mavi de değişimi
hissetti sinirlendi kalk diye gürledi mavişe maviş başını kaldırdı gülümsedi
sadece. Savaş diye kükredi bu sefer koyu. Maviş hayır dedi senin istediğin bu
ama seni savaşarak yenemem. Koyu mavi
korkuyordu ilk defa maviş çözmüş müydü sırrı? Kükredi tekrar savaş korkak diye.
Maviş bir an sinirlendi ama durdurdu kendini hayır dedi böyle olmayacak. Seni yani
kötüyü sadece sevgi yenebilir. Ne kadarda aptalmışım. Maviş koyu maviye doğru
yaklaştı kollarını açtı. Gel dedi koyu maviye seni seveyim sen de benim bir
parçamsın seni kabul ediyorum. Gözleri sevgiyle bakıyordu Mavişin. Koyu mavi
hayı!!r diye hayırdı hayır aynı bedende kalamayız hayır böyle olmaz. Ama maviş
yaklaşıyordu koyu mavi olduğu yerde çakılıp kaldı. Maviş çözmüştü sırrı toprak
yolda biraz daha ilerleyip sarıldı. Koyu maviye sarıldığı an ninesinin kahkahasını
çağlayan sudan duydu daha da güçlü sarıldı. Seni kabul ediyorum kötü parçam
dedi.
Koyu mavi
hayır diye bağırarak ışıldamaya başladı kopkoyu görünen ışığı gittikçe açıldı
açıldı açıldı ta ki beyaz olana kadar sonrada mavişin her yanını sardı. Parıldıyordu
maviş artık.
Gururla kapıya
doğru yöneldi torak yolda çarıklarının yaptığı sesi dinledi sahi ne zamandır
duymuyordu kuşları ya da şu şırıltıyı.
Sarmaşıklarla
çevrili sudan kapıya yaklaştı ey kapı beni şehrime nineme götür. Hava titredi
yine etrafında dalgalandı mavişin onu aldı yukarı yukarı yukarı fırlattı ve bir anda artık şehrin
üzerindeydi sokaklar nerede çıkıyor
nerede bitiyor anlamıyordu ve bir anda maviş
bembeyaz ninesinin kollarındaydı ağlayarak sarıldı özürler diledi.
Beyaz nine
sıcacık gülümseyerek sarıldı torununa geçti evladım artık büyüdün tamsın dedi. Hem
kötüyü hem iyiyi tanıdın yolun bahtın açık olsun inşallah diye dua etti ve
öptü. Avludaki çörten de taştan yuvasında kaynayarak bu neşeye ortak oldu. Taştan
çiçek işlemeleri dans ediyordu sanki
etrafında.
Nine toruna sarıldıktan sonra döndü çörtene 77
kapılı şehir ey 77 çeşme dileyin benden ne dilerseniz, torunumu kurtardınız. Çörtenler kapılar
çeşmeler hep bir ağızdan Mardin herkesi işte böyle terbiye eder diye
seslendiler ve gülüştüler. Tek dileğimiz bu yaşananlar dilden dile dolaşsın ve anlatılsın iyi ve kötü tanınsın dediler. Nine
bu dileği kabul etti ve gördüğü her kimseye bunu anlattı ta ki duymayan bir kişi dahi kalmayana kadar. Maviş artık her
şeyin farkında iyi bir insandı ve hayatlarını geri kalanında nineni ile halkın
arsında efsane olarak dolaştılar. Anlattılar anlattılar anlattılar iyiyi kötüyü
her şeyi.
Onlar artık
ne şimdide ne geçmişte onlar her yerde. Artık siz de biliyorsunuz her şeyi
sevgi ile yenebiliriz.
Size fısıldayan
o çeşmeleri duyun o şırıltıların altında yatan sevin sevin sevin seslerine
kulak verin.
SADECE SEVİN
VE BAKIN HAYATINIZ NASIL DEĞİŞİYOR..
HÜLYA OLĞAÇ
HÜLYA OLĞAÇ
Düşünce ve İnsan
Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana - sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.". Kısacası böyle bir günde Mardin çarşısında Mehmet ustanın çarşısının önünden geçerken küçük bir çocuk gördüm. Elinde kırmızı spidermenli çantası ile bir simit vardı. Onu yiyordu. O anda annem aklıma geldi. Neden insanlar duyarsızlaşıyor. Anne oğul neden birbirlerini s tanımamazlıktan geliyorlar. Annem derdi hep, çocuklar aç okula gitmesin diye iştahım olmamasına rağmen kalkıp onlarlakahvaltı ederdim derdi. Sahiden de öyleydi. Bize akşamdan küçücük fırınımızda poğaçalar yapardı. Pişince bir tepsiye koyardı. Sonra parçalardı. Bu esnada Ali amcanın kahvesinin önünde yaşlı bir adam vardı. Üzerinde eski bir palto ile yırtılmış ayakkabısı vardı. Yazın ağacın altında yatardı. Ben onu izleyedururken kendi kendine konuşmaya başladıç Zamanı geçti artık dedi. Ama neyin zamanı? Geçen zaman ne kadarlık bir zaman diliminde? Ne zamandan itibaren geçti? Düşünedurdum bunları. O da dökülmüş dişleri ve buruşmuş yüzüyle devam etti. Ne öyle müşteri kaldı ne de böyle zaman. Sanıım derdi büyüktü. Oturup birkaç kelime konuşmak istedim Ali amcanın dükkanının önündeki merdivende oturarak. Ama o kadar sinirli duruyordu ki yanına yaklaşmaya korktum. Yalnızca onu izledim yüzüme vuran güneşle. Demek ki yaşlı adamd bir şeyler ters gidiyor. Başarılı bir insan olmayı herkes ister ama başarıya ulaşmak için adımlarımızı yerinde ve zamanında atmamız ve her adımın hakkını vermemiz gerekir. Ancak o zaman belirlediğimiz hedefe ulaşabiliriz.Sevgi Dağ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)