5 Haziran 2016 Pazar

bitmeyen şehirin hikayeleri ve dünyaları burada:

şehir bitmiyor.
şehir hep var.
anlatacakları var, dinliyorum.
anlattıkça açılıyor, açıldıkça karışıyoruz.
kokusunu, sesini, dokusunu
seni, beni görüyorum
duvarındaki otu.
şehir bitmiyor.
anlatıyorum.


 

'bitmeyen şehrin hikayeleri' sergi. buyrun gelin!

31 Mayıs Salı günü Sipahiler Çarşısı No:21'de sergiyi açtık. bekleriz!

bitmeyen şehrin hikayeleri sergisini yapıyorduk

31 Mayıs 2016 Salı

MİSA

Bir varmış bir yokmuş. Zaman zaman içinde kalbur saman içinde, cinler su taşırken gizli tünel içinde. dört kapılı,kimsenin evinin kimsenin güneşini kapatmadığı,bir dağın eteklerine kurulmuş bir mardin şehri varmış.Bu şehirde güzel mi güzel,  akıllı mı akıllı Misa adında bir kız yaşarmış. Misa'nın ailesi iki katlı bir evin ikinci katında otururlarmış. Misa evin tek kızıymış. Anne babası onu çok severlermiş ve el üstünde büyütürlermiş. Ancak ona zarar gelmesin diye küçüklüğünden beri Misa'nın ihtiyaç dışında dışarı çıkmasına izin vermezlermiş.

 Misa evine ara sıra gelen komşularının kızı Fatma'yı çok severmiş. O gün de gelmiş Fatma  ve birlikte evlerinin terasına çıkıp en sevdiği eğlencesi olan uçurtmayı uçuruyorlarmış. Misa Fatma'ya  ''uçuran bir kişi ama gökte sadece sen varsan yalnız bir kuş gibisin. Nereye gideceğini ne yapacağını bilemiyorsun'' deyip iç geçirmiş ve bir kuş olup uçmak istiyormuş o an. Küçükken pek ehemmiyet vermediği bu durum artık bir genç kız olduğu için canını çok sıkıyormuş Misa'nın. Kendini hapsedilmiş gibi hissediyormuş ve eski neşeli hallerinden de eser kalmamış, içine kapanmıştı artık. Fatma gittikten sonra odasına geçip yatakta öylece uzanıp tavandaki taşların üzerine yapılmış işlemeleri izliyormuş. aniden kapının yanındaki koltukta birinin varlığını farketmiş. Çok korkmuş ilkin ama doğrulup ona bakınca güzelliği karşısında hayretle gülümseyivermiş. Bu tıpkı masallarda dinlediği peri kızlarına benziyormuş. saçları sarı ve upuzun ,gözleri masmavi, yanakları al al imiş. Misa 'nın yanına yaklaşmış ve adının Pırıl olduğunu söylemiş. Bu şehirde anlatılan o inanılması güç, efsaneleşmiş olayların hepsi gerçekmiş ve cinler tarafından yapılıyormuş.  O da bir cinmiş ve insanları mutlu etmekle görevliymiş. Sonra Misa' ya elini uzatmış ve benimle gel hadi demiş.Misa tereddüt etse de bıkmış olduğu bu esaretten kurtulmak istemiş bir an ve Pırıl'ın uzattığı eli tutmuş. Saniyeler arasında kendisini şehrin  bir sokağında  bulmuş .Pırıl onu gezdirirken aynı zamanda cinlerin yaptığı işleri de anlatmış. Sonra karşılarına bir abbara çıkmış. O da ne? Kapıda iki garip şey var. Pırıl Misa'ya korkmamasını söylemiş, yaklaşmışlar.Yüzleri dikdörtgenmiş , üç gözü varmış ve ayakları da yokmuş. Onlar da cinmiş ve abbaraların bekçiliğiyle görevlilermiş. Abbaralardan gece vakti geçen kötü niyetli insanlar olursa onların üzerine abbaraları kapatır ve onlara ders verirlermiş. Annesinin defalarca anlattığı ancak Misa'ya uydurma gibi gelen bu olay gerçekmiş. Şehrin sokaklarını gezmişler gezmizler. Misa yeniden doğmuş gibi çok mutluymuş. Sonra dağın eteklerindeki bir kapıya gelmişler. Bu normal bir kapı değilmiş,kayadan yapılmış ve devasa bir büyüklüğü varmış.Bu kapıyı diğer insanlar göremezlermiş. Buranın ardında cinlerin yaşadığı yerler varmış. Pırıl tekrar Misa'nın elini tutmuş. Kapı açılmış ama Misa hiçbir şey görmüyormuş . Bir adım atınca Misa kendini uçurumdan düşmüş gibi hissetmiş ve çığlık atmış. Ancak saniyeler içinde garip bir yere inmişler ve Misa hala Pırıl'ın elini sıkı sıkı tutuyormuş. Çok eski duran yerlermiş buralar ve daracık yerlerden aniden genişçe yerlere çıkılıyormuş. Duvarlarda çeşitli boylarda oyuklar varmış ve buralar cinlerin evleriymiş . Onlar böyle yeraltında yaşarlarmış. Bu biraz da Misa 'yı korkutan yerlerden geçip çok aydınlık bir yere çıkmışlar. Her yer yemyeşilmiş ve masmavi derelerden sular akıyormuş.Bu suların sonunda kuyular varmış ve sular oraya dökülüyormuş. Bu kuyuları da yeraltından cinler yapıyorlarmış ve bütün şehre bu kuyulardan su dağıtılırmış. Etrafta her geçtiği yerde gördüğü farklı farklı görünüşlerdeki cinlere alışmış artık korkmuyormuş Misa. Misa'nın aklına hiç gelmemiş olsa da Pırıl  eve gitme vaktinin gelmiş olduğunu söylemiş. Misa gözünü kapatıp açınca kendisini odasında bulmuş. Her şey bir rüya gibiydi,yoksa gerçekten rüya mıydı bu? O günden sonra  Misa'nın çok mutsuz olduğu anlarda Pırıl beliriverirmiş yanında ona arkadaşlık edermiş ve böylece Misa hayatının sonuna kadar hiç yalnız kalmamış.

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Oyun ve Kurallar Dünyada Kalır Ötesi Yoktur…

Bir varmış,  bir yokmuş. Allah'ın kulu çokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde
deve tellal iken, pire berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken,
ak sakal, sarı sakal berber elinden yeni çıkmış kırkılmış yok sakal, kasap olsam sallayamam satiri
nalbant olsam nallayamam katırı hamama girsem sorarım natırı
nadan olan bilmez ahbap hatırı dereden geldim, sandığa girdim bir de ne göreyim, köşede bir hanim oturuyor
şöyle ettim, böyle ettim, yüzüne baktım, hanim yerinden kalktı
çıktık birlikte yola ne saga baktık ne sola gide gide Kaf dağının arkasına geldik ki
ne ileri gidilir ne geri, sana bir masal söyliyeyim gel beri.
O zamanlar eski tarz mahallelerin olduğu zamanlar hani kimsenin kapısını kitlemediği akşamları komşuların kapılara dökülüp çekirdek çitlediği çocuklarında gece 12 lere kadar dik ve uzun merdivenleri inip çıkıp oyun oynadığı  mahalleler… Yine bir gün çocuklar saklambaç oynamak için tek katlı iki katlı rengarenk evlerinden hızlıca dışarı çıkmışlar .  Her mahallenin oyun kuralları olduğu gibi bu mahallenin de oyun kuralları varmış . Kaybeden çocuk gece tek  başına mahallenin dışındaki bahçesinde kurumuş tek bir ağacın olduğu demir kapılı yarı göçük halde olan evde yaşayan mahallenin en tanınmış, en nefret edilen huysuzluğu ile nam salmış çocuklar kadar büyükler tarafından da sevilmeyen adamın evinin önünde ki dev taş duvarı aşıp bahçesine taş atması gerekiyormuş.
Yıllar yıllar mahalle kuralı böyle devam ederken bir gün mahallenin huysuz adamı ölmüş. Adamın sevilmemesinden dolayı cenazesine imam ve mezar kazıcılar dışında kimse katılmamış. Ancak o gün mahalle çocuk seslerinin hiç susmadığı mahallede çocuk sesleri hiç duyulmuyordu. Huysuz adam ölmüştü ve çocukların yeni bir mahalle kuralı bulması gerekiyormuş. Mahallenin merkezinde bulunan söğüt ağacının altında mahallenin bütün çocukları bu kuralı bulmak için toplanmıştı. Hiç kimse kuralı değiştirmek istemiyordu çünkü babaları, abileri, ablaları bu kural ile büyümüştü. Ve sonunda huysuz adamın artık yaşadığı yere mezarına oyunu kaybeden çocuğun taş atmasına karar vermişler.


Yeni kuralın koyulduğu ilk gün oyunda kaybeden çocuk gece tek başına mahallenin dışındaki çukur ve çamurlu yoldan kalp atışı hızlanarak korku içinde devam ediyordu. Yürüdüğü yolu ve mezarlığı az da olsa aydınlatan üzerinde sineklerin dans ettiği iki üç tane sokak lambası vardı. Bu az da olsa çocuğun korkusuna biraz dem vuruyormuş. Çocuk mezarlığa girdiyi zaman elektrik tellerinin üzerine konmuş baykuşlar ötüşüyor siyah bir kedi ise çocuğu gözlemliyordu. Çocuk korku içinde avucu kadar büyüklükteki bembeyaz taşı huysuz adamın içinde cesedinin olduğu toprağa fırlattı. Ve işte tam o anda büyük bir kum fırtınası göz gözü görmeyecek şekilde bütün mahalleyi sardı. Çocuk kum fırtınasının içinde kaybolup gitmişti. Artık o mahallede hangi çocuk eline taş alırsa kum fırtınası mahalleyi aşıp evlerin birbirinin üstüne bindiği taş evlerin bulunduğu şehri göz gözü görmeyecek hale getiriyordu.

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Ayızıt , Mardin ve Ay

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde ,Cinler cirit oynarken eski Mardin küçelerinde. Bir serçe kanadını kırk katıra yüklettim. Ne az gittim, ne uz gittim kayalıklardan aşağı düz gittim.Eski zamanlardan develerin diyarlarının görünür olduğu zamanlarda , ben diyeyim ejderhalar dönemi siz deyin efsunlu aşıkların dönemi. Tüm medeniyetleri besleyen şefkatli bir annenin yaşadığı mezopotamya krallıkları dönemi. Doğa ve insanların barışık olduğu bir dünyanın var olduğu zamanlarda. Mardin diye dağın tepesine kurulmuş nazlı bir kadın gibi duran bir şehir varmış. Bu şehrin iyi insanlara ve kötü insanlara gösterdiği yüzü hep farklıymış. Kötü insanlara hep korkutucu, cin hikayeleri ile dolu tedirgin bir hava sunarmış. İyi insanlara ise şefkatli kollarını açan bir anne misali insanları uçsuz bucaksız sokaklarında gezintiye çıkarırmış. Eğer çok iyi bir insan olursan sana kendinden bir parça olan aynı zamanda gecelerin tek dostu olan ay'ın parçasını da taşıyan ay yüzlü , zümrüt gözlü, selvi boylu, gül gülüşlü oğlunu tanıştırırmış. Mardin’in oğlu sokaklarla bütünleşir ne zaman nerde karşına çıkacağı belli olmazmış. Kimi zaman kapanan bir abbarada, kimi zaman sonsuzluğa davet çıkaran Mezopotamya ya daldığın bir an karşında belirirmiş. Annesi Mardin babası ay olan bu çocuğun adı Ayızıt’mış. Güzel insanların güzelliklerini Ayızıt tan alındığı söylenirmiş. Dilden dile  hep böyle aktarılmış. Ayızıt'ı gördüğünü söyleyen insanların kimisi onu 18 yaşında yağız bir geç olarak tarif ediyormuş kimisi de dünyalar güzeli bakmaya doyamayacağın oturup öpmeye başlasan bıkmadan yıllarca öpebileceğin 4-5 yaşlarında bir oğlan çocuğu olarak anlatırmış. Ayızıt'ı görenlerin olmasını çok istedikleri dilekleri gerçek olurmuş. Annesi Ayızıt’ın insanlara kapılıp gitmesinden ve onu terk edip başka şehirlere yerleşmesinden çok korkarmış. Çünkü Mardin iyi insanların varlığından emin olduğu kadar kötü insanların varlığından da haberdarmış. Gündüzleri Mardin’in taşları hep Ayızıt’ı takip edermiş geceleri ise Mardin uyuduğun da Ay ışığının ulaşabildiği her yere onunla beraber gidip onu korurmuş.  Her evin Mezopotamya’yı gördüğü bir düzen de Ay’ın ışığı her pencereden geçip odalara ve küçelerin en dar yerlerine bile süzüldüğü için geceleri uyuyan Mardin’in taş kabartıları arasında gizlenen kötülüklere engel olması zor olmuyormuş.

Günlerden bir gün Ayızıt annesinin eteklerinde oyun oynuyormuş. Bir küçenin duvarından geçip diğer küçeden çıkıyormuş. Bu oyun  Ayızıt’ı çok eğlendiriyormuş. Ayızıt’ın kahkahaları sokaklarda çınlıyormuş. Ama insanlar bu kahkahaları duyamıyormuş. Enteresandır ki bazı insanlar sebepsiz yere mutlu olduklarını söylediklerinde bilgeler bunu hep Ayızıt’ın neşesine bağlarlarmış. Ayızıt oyunlarında bu kadar eğlenirken bazı günler annesi ona seslenirmiş. Mardin oğluna iyilerin yanında kötülerinde olduğu gösterip onu zamanla eğitiyormuş. Bugün yine o günlerden biriymiş. Mardin usulca oğlu Ayızıt’a bütün şefkati ve sevgisi ile seslenmeye başlamış. Küçeler de ki taşların arasında bir damar gibi dolaşan topraklardan sesler yükselmeye başlamış. ‘Gül gülüşlü evladım , Oğlummmmmmmm , Ayızıtttttttt, Annesinin küçelerine hayat veren yavrum gel seni bir yere götüreceğim ‘. Ayızıt’ın kahkahaları kesilmiş birden ve tamam annecim nereye gideceğiz diye cevap vermiş. Ayızıt çok akıllı Mardin ve Ay’ı hiç kırmayan yüreği saf iyilikten bir kuyu gibiymiş. Art niyetin ne olduğuna dair hiçbir bilgisi dahi yokmuş. Mardin Ayızıt’ın bu durumundan ötürü belli zamanlarda onu çağırıp kötü insanların varlığını gösteriyormuş. Annesinin Ayızıt’a seslenmesiyle küçeler de ki duvarların taşları birbirinden uzaklaşmaya başlamış. Taşlar Ayızıt yanlarına geldiği için çok mutlu olmuşlar. Ayrı ayrı Ayızıt’a seslenmeye başlamışlar ‘ hoş geldin , hoş geldin, seni çok özledik, hiç gitme, beraber oyunlar oynayalım’ sesleri yükselmiş. Ayızıt’ın  aydan parlak yüzünde güneşten daha sıcak bir tebessüm oluşmaya başlamış. Bu sıcak güneşten bir parça olan gülüşüyle taşların hepsine teşekkür edercesine  teker teker el sürüp annesinin  ona açtığı uzun ışıktan gözleri kamaştıran, taşların arasından çıkan yeşillerin güzellik, su ve kuş sesleri eşliğinde bu huzurlu ve ferah yolda annesinin istediği yolda ilerlemeye devam ediyormuş. Birden soğuk bir esinti ile ürpermeye başlamış. Az gitmiş uz gitmiş yolun sonuna daha da yaklaşmış. Yolun başında olan aydınlık, huzurlu ve ferah hava yerini tedirgin, tüyleri ürperten, sessizliğe bırakmışmış. Ayızıt her adımda neşesinden ve enerjisinden ben diyeyim yüz siz deyin bin deve yükü ile enerji kaybetmeye başlamış. Ayızıt Mardin’e titrek bir ses ile ‘ korkuyorum anne daha fazla ileri gitmek istemiyorum, oyun oynamak istiyorum ’ diye seslenmeye başlamış. Mardin oğluna ‘ korkma oğlum sen hep içimdesin sana bir şey olmasına izin vermem’ diyerek Ayızıt’ın korkusunu almış. Ayızıt korkusunu geride bırakarak daha emin adımlar ile sona gelmiş. Az gitmiş uz gitmiş, arpa boyu dünyanın sonuna varmış olsa da yolun sonunu getirmeyi bilmiş. Yolun sonunda Annesi Ayızıt’a eğil diye seslenmiş. Ayızıt eğildiğinde karşısında bir oyuk görmüş. Oyuktan dışarı baktığında karanlık bir mağara, Mağaranın içinde iyilik en son yüreğine uğradığında çocuk olan insanlar görmüş. Mağarada ki insanların müsrif, gamsız, çıkarlarından başka bir dünyayı tanımadıklarını annesi Ayızıt’a anlatmaya başlamış. Devam etmiş ‘ oğlum sen sen ol kötü insanlar ile arkadaşlık yapma. Onlar kömür iyi insanlar süt gibidir. Bir kere tozları üstüne düşerse anında içinde yayılmaya başlar. Sen sen ol kötülerden uzak dur evladım’ demiş. Ayızıt bunun üzerine Mardin’e tamam annecim şüphen olmasın kendimi de iyi insanları da kötülerden koruyacağım demiş. Günlerden bir gün Ayızıt annesinin şefkatli küçelerinde oyun oynarken birden canı sıkkın olan yüzüne bin yıldır tebessüm yaklaşmamış gibi bir yüzü olan bir genç görür ve Ayızıt’ın dikkatini oldukça çeker bu. Ayızıt bu gence doğru yönelmeye başlar annesi hayır Ayızıt gitme. Sadece belli zamanlarda insanlarla karşılaşabilirsin. Ayızıt dinlemez ve hızlı adımlar ile gence doğru ilerlemeye başlamış. Annesi onu engellemek için yoluna birden bir duvar çıkarmış ama Ayızıt duvarlardan geçebiliyordu annesi bunu unutmuş Ayızıt yolundan ve düşüncesinden vazgeçmeden gencin yanına varmış. Seslenmiş Ayızıt gence sen kimsin, seni buralarda hiç görmedim , yüzün neden bu kadar asık, bir derdin varsa söyle elimden geleni yaparım. Ayızıt bütün iyi niyetiyle genç adamdan cevabını bekliyormuş. Ama Ayızıt’ın duymadığı bir şekilde genç adam kendi içinde konuşuyormuş aslında. Oh be nihayet şu Mardin’in çocuğumu dur nedir her ne bela herifse sonunda buldum onu. Hahahahahaaa  demişlerdi de inanmamıştım gerçekten de saf ve temkinsiz biri. Üzgün birini görünce dayanamıyor demişlerdi de inanmamıştım. Şimdi görelim bakalım Mardin sen miydin beni abbaraya kapatıp korku dolu zamanlar yaşatan. Senin yüzünden hasret kaldım kendi şehrimde dilediğim gibi yaşamaya. Sen de Ayızıt’ın dan ayrıl da görelim dünyanın sonu yakın mıymış uzak mıymış. Kendi içinde sinsi bir hesap içinde olan genç adam birden kafasını kaldırıp Ayızıt’a bakıp canım çok sıkılıyor oyun oynayacak hiç arkadaşım yok hiç sevmiyorum Mardin’i deyince Ayızıt birden hayır annem çok eğlenceli ve neşeli demiş. Ayızıt birden yanlış bir şey söylediğini anlayıp bir adım geriye doğru atmış. Bu laf üzerine genç anlamış gerçekten Mardin’in oğluymuş deyip içinden konuşmuş. Genç hiç duymazlıktan gelip ne dedin anlamadım demiş. Ayızıt gerçekten duymadığını sanıp gence doğru yaklaşıp üzülme ben seninle oynarım demiş. Genç sinsice bir gülüş atıp oyun oynamaya başlamışlar, içinden zamanı gelince seni alıp götüreceğim annen de yaşayacak acı ne demekmiş o da anlayacak. Kin ve nefret dolu yüreğiyle Ayızıt’ı bir şekilde oyunları ile kandırıp kendini iyi bir insan olarak gösteriyor. Saatler, günler, aylar birbirini kovalarken birden bire genç ortaya bir fikir atar Ayızıt hep Mardin de oynuyor gel bu sefer başka bir şehirde oynayalım her yerde oyun oynamanın tadı farklıymış öyle derler demiş. Bu fikir Ayızıt’a çok cazip gelmiş ama içinde Mardin’e karşı sahiplik duygusunda ufak bir ekmek kırıntısı kadar da olsa duygu taneleri kalmış. Ayızıt gence anneme sormalıyım sonra konuşalım demiş. Bunun üzerine genç hayır Ayızıt söyleme gizli gizli gitmek daha heycanlı olur demiş. Ayızıt süt misali bir kere karışmış içine kömür parçaları yüreği her ne kadar yok dese de aklı fikri hep bu gençle beraber evet diyormuş. Ayızıt gencin fikrini kabul edip bir gece vakti annesi uyurken babasının ışığının değmediği yerlerden usulca uzaklaşıp koşar adımlar ile annesinden ,Mardin’den uzaklaşmaya başlamış. Koşarken bir an durmuş içinden bir şeylerden uzaklaşıyormuş gibi gelmiş ama genç duraksamasının uzun sürmesine izin vermeden kolundan tutup koşmaya devam etmişler. Yavaş yavaş tepelerin ardından güneş yükselmeye başlamış. Ayızıt sanki şimdiden pişman gibiymiş içinden ah şimdi şehrimden olsaydım annemle beraber neşeli neşeli uyanırdım , babam bize çok güzel bir gün bırakırdı demiş. Ayızıt’ın yüzünde ki pişmanlık kırıntısını gören genç bu duyguya son vermek için hemen oyun oynayalım bakalım burada oyun oynamak nasılmış demeye başlamış ve başlamışlar oyun oynamaya. Bu sırada güneşin doğuşuyla Ayızıt’ın dediği gibi annesi de uyanmaya başlamış. Annesi uyanır uyanmaz her sabah olduğu gibi bu sabah ta yavrusunu, Ayızıt’ı hafif bir rüzgarla öpüp uyandırmak için tüm küçelerinde onu aradı ama bulamadı. Tüm taşları ve taşlarının arasında ki topraklar ile beraber bağırarak Ayızıııııııııııııııııııııııııııııııııııııııtt demiş. Bu çığlığıyla gökyüzü titremiş. Bir an Ayızıt bu çığlığı duyar gibi ama kötü genç kulak asmasına izin vermemiş. Akşam çöktüğünde babası Ay Ayızıt’ı görememiş uyandırmış ve seslenmiş ‘ Ey geceleri gökyüzünde oluşumun nedeni uyan , uyan ve söyle nerede biricik oğlumuz Ayızıt’ım nerede Mardin’in tüm şehrin sokaklarında sel olmuşçasına ağlayarak cevap vermiş Gittiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii engel olamadım kötü arkadaşlıklar edinmesine demiş. Ay bunun üzerine gece onu kollayamadığı için suçu kendinde bulmuş ve gidip bir bulutun arkasına saklanarak ağlamaya başlamış. Ay’ın göz yazları buluttan süzülerek aşağı Mardin’in üstüne damlamaya başlamış. Tüm insanlar yağmur yağdığını sanıyormuş ama aslında bu Ayızıt için babasının döktüğü gözyaşlarıymış. Artık Mardin de yaşayan hiç kimse sebepsiz yere mutlu olamıyormuş hatta mutlu olan insanlara denk gelmek imkansız gibi olmuş. Bunlar ola durmuş bu şehir de öteki diyarda ise Ayızıt oyunlardan eskisi gibi keyif alamadığını fark etmeye başlamış. Genç amacına ulaştığı için artık Ayızıt’ı artık takmıyormuş. Ayızıt çok pişmanmış. Bir gece dışarı çıkarak babasına pişman olduğunu söylemeye karar vermiş. Ama gökyüzüne baktığında babasını hiçbir yerde görememiş. Aramış gitmiş, gitmiş, dağları tepeleri hep gerisinde bırakmış ama babası yokmuş. Yaptığının ne kadar kötü bir şey olduğunu yeni yeni anlamaya başlamış. Pişmanlığı yeryüzündeki her zerreciği kaplayacak kadar büyükmüş. Ama artık olan olmuştur ve Ayızıt’a babası küsmüş, eve gidecek yüzü yokmuş. Ayızıt Kötü gençten uzaklaşıp günlerce düşünmeye başlar sonunda aklına annesine verdiği söz gelir. ‘ kendimi ve bütün iyileri kötülerden koruyacağım’ bu sözünü hatırlayınca yüzünü aylar sonra hafif bir gülümseme kaplar. o kadar uzun süredir gülmemiş ki minik gülüşü yaparken çene kasları zorlanmış. Ayızıt birden ok gibi yerinden fırlayıp ayağa kalkıp gün Af dileme günüdür deyip elinden geldiğince iyi olmak ve insanları kötülerden koruyacağına dair söz vermiş. Ayızıt eskisi gibi darda olan insanların yardımına yetişip kötü insanları iyilerden uzaklaştırmaya başlamış. Bir gün bir tepede annesini ve hafif gören bir yerde otururken birden hava kaldırmış kafasını ve gökyüzünde babasını görmüş. Dünyalar Ayızıt’ın olmuş sevinçten öyle bir kahkaha atmış ki tüm dünya bir an neşeyle kaplanmış. Hızla eve doğru koşmaya başlamış. Duvarlardan dağlardan ovalardan geçip annesine ulaşmış. Annesinin eteğine gelince seslenmeye başlamış. Anne , oğlun geldi, Anne Ayızıt’ın geldi bana içine girmem için izin ver anne seni çok özledim. Demeye başlamış. Mardin heycandan taşları birbirinin üstünden kaymış ‘canım oğluuuuuuuuuuumm’ diye cevap vermiş. Çok üzgünüm anne pişmanım, beni affet demiş Ayızıt annesi Affettim oğlum bunca zamandır ara ara sana öğrettiğim şeyi yaşayarak öğrenmek gerekiyormuş. Bir daha büyüklerin sözünden çıkıp kötülerle arkadaşlık etme demiş. Ayazıt tamam anneeeeeecim deyip annesinin küçelerinde , annesinin derinliklerine doğru ilerleyip  hasret gidermeye ve eskisi gibi bir aile olmaya devam etmişler.

Uçurtma

Bir hep  varmış, hiç artık yokmuş. Birler birleri, sıfırlar sıfırları kovalarmış. Yıldızlar söner söner yanarken, güneşler doğup doğup batarken. Ülkelerin birinde Mardin isimli bir kent varmış. Bu kentin çoğunu çocuklar oluştururmuş. Bu çocuklardan biri de Zehra imiş. Zehra kendi halinde sessiz sedasız, soluk tenli cılız mı cılız bir çocukmuş.  Zehra'nın en büyük mutluluk kaynağı rengarenk olan uçurtmasıymış. Zehra uçurtmasını o kadar benimsemiş ki onsuz olamayacağına inanmaya başlamış. Günün büyük bir kısmını damlarında uçurtma uçurarak geçirirmiş. Hatta o kadar çok uçurtma uçurmaya dalıyormuş ki zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor, acıktığını hissetmiyormuş .Taa ki annesi onu çağırana kadar. Yine bir gün Zehra damda uçurtma uçururken annesinin sesi ile irkilmiş. Uyanıp gözlerini ovuşturduğunda bunun bir rüya olduğunu anlamış. Hiç uyanmak istemediği tatlı bir rüya. Annesi devam etmiş konuşmaya. Kızım demiş. Benim  güzel yüzlü kızım. Hadi kalk, kahvaltı hazır. Seni bekliyoruz. Zehra isteksiz bir şekilde kalkıp odasına bakınmış. O kadar eski bir evde kalıyorlarmış ki duvarlardaki sıvalar isyan edip onca yıldır bir parçası olduğu duvarlara ihanenet edercesine yerlerinden  ayrılıyorlarmış. Tavanlar da bu duruma kayıtsız kalmamış tabi ki. Başlamış onlar da yağmaya. Rutubet değil, taş kireci atıyor. Zelal bu düşüncelerden arasından sıyrılıp elini yüzünü yıkamış.Silindir şeklinde tatta ayakları olan yer sofrasında yok yokmuş. O kadar yok yokmuş ki ne yiyeceğini şaşırmış Zehra. Kahvaltı sonrasında yine damda uçurtma uçururken en sevdiği arkadaşlarından Zenan gelmiş yanına. Haber vermiş ona Mardindeki uçurtma şenliğini. O an Zehra uçurtma şenliğinin hayalini düşlemeye başlamış. Uçurtma yarışmasında başka çocukların uçurtmalarını kesecek ve o uçurtmalar da onun olacaktı. Tabi daha büyük hedefleri vardı Zehra'nın. O kadar çok uçurtma uçuruyordu ki, uçurtma uçurmanın tüm inceliklerini biliyordu. Gökelrin hakimi olmak istiyordu. En yüksekteki uçurtma ve sonunda verilecek olan şimdiye kadar görmediği üzerinde sadece kaşları ve gözleri olan şimdiye kadar kimsenin görmediği türden iki üçgene ayrılarak devam eden uçurtma onun olmalıydı. Herkes ona imrenerek bakmalı. Uçurtmasını uçurabilmek için sıraya dizilmeliydiler. Zehra bu düşlerin hayalini kurarken Zenan anlatmaya devam ediyordu. Dahası da vardı. Uçurtma şenliği yedi gün sonraydı. Ve buna pek çok çocuk katılacaktı. Zehrayı bu düşünce o kadar heyecanlarmıştı ki hemen yeni ipler alıp kendi ipinin ucuna eklemeye başladı. Tabi göklerin hakimi olmak için uzun bir ipe sahip olmak gerekiyordu. Uzayan ipi ile birlikte Zehra uçurtması ile denemeler yapmaya başladı. Hazırlıklı olmalıydı. Rakipleri de en az onun kadar iyi uçurtma uçurabiliyordu. Ama Zehra'nın bir avantajı vardı. Uçurtmayı diğer çocuklardan daha kısa sürede uçurmayı başarıyordu. Çabuk havalandırması yetmiyor tabi. Gökyüzünde çok fazla uçurtma olacağından ipler birbirine dolanacaktı. Bunun için de ayrı bir çözüm bulması gerekiyordu. Bunun için diğer çocuklardan biraz uzakta uçurması gerekiyordu.  Beyaz uçurtmayı düşünce seviçten deli oluyordu. Günler birbirini kovalarken festival günü geldi çattı. Hava o gün çok güzelde hafiften esen rüzgar uçurtmanın göklere yükselmesi için idealdi.  Zehra heyecandan yerinde duramıyordu. Beyaz ucurtmaya şimdiden isim bile vermişti. Nazlı. Göklerde kendine has edasıyla salınacaktı. Ve beklenen an geldi. Çocuklar üç dört kişilik gruplar halinde damlarda, sokaklarda, meydanlarda uçurtmaları ile birlikte hazır bekliyorlardı. Bir süre sonra uçurtmalar göklerdeydi. Kimisi uçurtmasını hiç uçuramazken, kimisi de uçurtmanın dengesini ayarlayamadığı için uçurtma gökyüzünde taklalar atıyor sonrasında ise daha fazla dayanamayıp yere çakılıyordu. Gökyüzü bir anda rengarek uçurtmalarla dolmuştu. Herkes gökyüzüne hayran bir şekilde bakıyordu. Bizim Zehra ise arkadaşı Zehra ve birkaç çocukla beraber tavandaki kireci akan bir tonozun altından geçip uçurtma hazırlıkarı yapıyorlardı. Zehra o an çevresine bakındığında pek çok taş ve insan yığını gördü. Sonra hemen bu insan yığınından sıyrılıp uçurtmasını uçurmak için koşmaya başladı. Bırakmıştı geride kalanları. Uçsuz bucaksız sokakta koşmaya başlamıştı. Zehra uçurtma nereye yüönelirse peşinden gidiyordu. Uçurtma ile daha önce hiç gitmediği dokaklara gitmişti. Sokaklar nerede çıkıyor nerede bitiyor bi türlü anlayamıyordu. Girdiği bazı sokaklardan geri sönmek zorunda kalıyordu. Bu kent çok fazla çıkmaz sokağa sahipti. Uçurtma artık hızlı bir şekilde yukarıdaki uçurtmaların arasında yerini aldı. Ama daha da yükselmeliydi Nazlısına sahip olabilmek için. Rahat bir şekilde uçurabilmek daha da yükselebilmek için daha geniş bir sokak bir meydan arayışına girdi Zehra. Fazla ilerlemeden çocuk seslerine doğru yöneldi. Orada uçurtmasını daha da yükseklere uçurabilirdi. Çocukların sesine doğru gittiğinde büyük bir meydana varmıştı. Burada çurtmasını daha da yükseklere uçurdu. Artık herkes Zehra'nın gökleri delen uçurtmasına bakıp birbirlerine parmaklar gösteriyorlardı. Kazanan belli olmuştu artık. Zehra. Yarışma sonunda uçurtmasını indirdiğinde herkes onun etrafında toplanmış onu tebrik ediyordu. O ise Nazlıya bir an önce kavuşma niyetindeydi. Sonunda Nazlısını getirdiler ona. NAzlısını artık dünyalara değişmezdi. Ama ona Nazlısını getiren rengarenk uçuetmasını da unutmayavaktı.